29 Nisan 2013 Pazartesi

Zamanın Acımasız Oyunu

Oysa ne kadar çok severdi içmeyi.. Oturdu mu masaya yavaşça kadehler dolar, buzlar tek tek konur ve hafif bir yudum alırdı.. O güzel tadın önce ağzında karışmasını bekler sonra biraz meze ile şenlendirirdi.. Her gün farklı bir dostu, bir sevdiği gelirdi kadehini tokuşturmak için ve hiç birisine hayır demezdi.. Ama içinde bir boşluk vardı işte o boşluk bir türlü dolmuyordu.. Her bir yudum onu anıyor hafif bir tebessüm ile, her bir göz onu arıyordu.. Hani ay bile o kadar çok severdi ki onu, her gece onun yattığın köşeyi aydınlatırdı.. O karanlık oda içerisinde tek aydınlık yer onun yerindi ve şimdi ay bile gitti başka umutları, başka sevgileri aydınlatmaya ve ben ise kaldım karanlık ve boş bir oda da umutsuz ve hüzünlü bir şekilde.. Zaman geçti acımasız bir şekilde yavaş yavaş çürüttü işte düşünceleri, geçmişi ve gelecek için saklanan gizli duyguları.. Doğa bile terk etmişken tüm güzellikleriyle beni, tekrardan nasıl bulurum ışığımı, benliğimi ve gizli olan düşüncelerimi..
Karanlıklar içinde açan bir çiçek etrafına ne kadar sevgi ve huzur verebilir ki? Kaybolan bir ruh geri döndüğü zaman içindeki acıları yeniden kaldırabilecek kadar güçlü olabilir mi ki? Ve bunun gibi bir sürü soru ile boğuşurken bir şekilde devam ediyordu, bir şekilde yaşıyordu işte..