27 Kasım 2011 Pazar

The Fall


Alexandria: [crying as Roy finishes the story] Why are you making everyone die?
Roy Walker: Because... everything dies.. Everything is going to die, like us, like love and like our dreams.. Keşke keşke o küçük kızın dediği gibi bizde korkularımızdan o bir kaç kelimelik söz ile kurtulabilsek "googly googly googly begone" sihirli bir sözcük gibi işte ama hayat gerçek ve soğuk çoğu zaman aynı Blue Bandit'in dediği gibi "What a mystery this world, one day you love them and the next day you want to kill them a thousand times over". yaşarız bu duyguyu en çıkmaz sokaklarda, umutsuzluğa kapıldığında veya daha çok kandırıldığımızda.. Lafı daha fazla uzatmaya gerek yok aslında hepimiz kendi hikayemizi yazıyoruz bir nebzede olsa kendi hayatımızı yaşıyoruz işte ne gösterir bilmiyorum ama biraz değişiklik şart, az kaldı zaten önce bir ankara oradan istanbul yapmak lazım bu arada bu filmi de tekrardan izlemek şart oldu..

24 Kasım 2011 Perşembe

Geçmiş ile gelecek arasında..



Yine aynı sahne işte zaman geçiyor insanlar değişiyor, oturduğum yer değişiyor, içtiğim şarap değişiyor, yaktığım mum değişiyor ama yine düşüncelerimle başbaşa kalıyorum yine oyuna getiriliyorum, yine umutlarımı yakıyorum her yeni bir mum ile ne zaman bitse tükense mum bende bitiyorum bir yalan ışık altında oturuyorum.. Dışarısı soğuk insanlar gibi, dışarıda yalan var, dışarıda insanlar birbirini aldatıyor, kandırıyor, arkasından gülüyor ama olan hep sana oluyor işte. Buraya geldiğimde herşeyin daha farklı olacağını düşünüyordum, bir umuttu aslında bu ama boşa çıkan, ne iyiyim ne de kötüyüm işte sadece yaşıyorum, kahkaha atmayalı çok oldu, ağlamayalı çok oldu, kandırılmayalı çok oldu güzel günler işte geride kaldı, geçmişte yaptığımız hatalar yine gün yüzüne çıkmaya başladı, pişmanlıklar yeniden ortaya çıktı, keşkeler uyumadan önce zihnimize yerleşti. Özlüyorum kar altında yürümeyi, sokakta içmeyi, arkamda güvendiğim insanlarla yürümeyi ama şimdi neredeler işte yavaş yavaş birer anı olarak kalıyoruz, yavaş yavaş yok oluyoruz, yavaş yavaş soyutlanıyoruz işte..

18 Kasım 2011 Cuma

Bir Ankara Macerası.. Part 1


Beş senelik bir macera sonunda yine yol gözükmüştü maceranın başladığı noktaya, neler yaşamıştı bu süre zarfında, ne kadar büyümüştü, zaman ne çabuk geçmişti bir gün biteceğini biliyorduk ama bu kadar çabuk, bu kadar hızlı bitmemeliydi yaşanılanlar.. Oysa daha ilk yolculuğa çıkmadan önceki akşam yemeğini dün gibi hatırlıyordum, verilen son öğütler, içinde kalan biraz hüzün biraz heyecan biraz korku büyük bir bilinmezlik. Yollar gözümde büyüyordu, bu puslu ve kara şehrin beni yutacağını düşünüyordum belkide, ne yapacaktım? nerede kalacaktım? Nasıl geçecekti bunca sene? Öyle bir geçip gitti ki aldı ömrümden beş sene aldı götürdü ama yerini bir o kadar tecrübeyle, güzellikle ve kimi zaman ise sıkıntı ile doldurup geçti.
Yolculuğa başladığımda korku dolu gözlerle geriye bakmıştım, uzun sürecek olan bir yolculuk ve her bu yola çıkışında olduğu gibi burada şu anda oturduğum yerde mola vermişti otobüs, kışın geceleri soğuktan içimi titreten bu şehirler arası yol, yazın eve dönmenin verdiği güzel bir huzur olmuştu birden. Kaç kitap bitmişti yine bu yollarda, ne hayaller kurulmuştu bitmez bilmeyen gecelerde. Ama hiç bilmiyordum ki bu yollarda kaybolurken aslında zamanla kendimi bulacağını ve aslında bu yoldan geriye bir çok dost, bir çok tecrübe, bir çok kayıp ancak zaferle döneceğimi.
Eskiden sanki yollar daha uzun gibi gelirdi, sanki hiç bitmezdi. Yola çıkıldığında otobüste çekilmez bir ses duyulur, uyuduğunda rüyalarına giren ve yolculuk süresince hiç bitmeyen bir uğultu gibi kulağımızda yansıyan küfrederek, boynun tutularak uyumaya çalıştığımız, yanı başımızda tanımadığımız insanlar, yorgun gözlerle bir şeyler getirmeye çalışan muavinler ve bitmez bilmeyen bir yol işte. Kimi zaman kar altında kimi, zaman ise yağmur altında yıldızları izlemeye çalışırsın o ayaz gecelerde, kimi anlarda ise keyif verir şayet yanında bir dostun varsa, ısıtırsın içini sohbetiyle ve o molalarda içtiğin tadı bozuk çaylarla. Afyon’a geldiğimizde yolun az kaldığını bilirdik, uykusuzluk insanların gözlerinden okunurdu, kimi zaman ise uyumaktan yolun ne çabuk geçtiğini anlamazdık. Gecenin 3'ü veya 4'ünde bir sıcak çorbayı içmeyi hak edersin işte o kadar yoldan sonra, belkide güzel olan nadir anlardan birisi budur işte buz gibi havada yarı sersem bir şekilde o mola yerinde oturmak ve insanları izlemek çorbanı yudumlayarak. Sonra hiç kalkmak istemediğin bir anda anons duyulur 22.30 Ankara yolcuları lütfen yerlerinize otobüsünüz hareket edecektir yine hüzün kaplar yavaş yavaş geçersin yerine hem uykun vardır hemde yoktur işte o an zaman yavaşlar ve en sonunda durur.. Ankaraya ilk giriş bir başka hüzünlü hikayedir aslında, Polatlıdan sonra yolun hiç bitmemesini dilerdi, o boş ve kurak yol sanki ruhundan bir parça alıp götürerek devam ederdi, içini daha fazla boşluk duygusu doldurarak. Sonrasında ise şehirler arası terminal’e girdiği o an, belkide hayatında görmediği kadar çok insan bir şehirden bir şehre gidip geliyordu ve her biri zihninde yüreğinde bir umut götürüyordu, kimisininki bir kurtuluş, kimisininki bir hapis hikayesiydi ama hepside aynı yerde keşisiyordu.
Otobüsten inmek bir başka çileydi sanki düşünüyordu nereye gideceğini, yolunun nereye çıkacağını..

11 Kasım 2011 Cuma

Minta Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Bir Ölüm




Ne güzel kitapsın sen okuyup bitirmek istemediğim en derin, en güzel, en özgür hikayenin birleştiği bir kitap..

ege'nin muğla 'sı ile miami 'nin louderdale'i birbirine ne kadar benzer , birbirinden ne kadar farklıdır. belki de bunu en iyi bu iki kıyı
arasında gidip gelen caretta carettabilebilir.onun bu romandaki adı minta...
özgürlüğün simgesi olan minta.. o sessizce herşeyi gördü ve anlattı. yelkenlileri , buharlı gemileri , denizaltıları ,plastik torbaları ,sehirli atıkları ve elbette insanları...

'' minta'' , efendilerin ve kölelerin yüzyıllık tarihiyle , 20. yüzyılın hikayesiyle buluşturuyor bizi (ha bu kadar zaman diliminide 348 sayfaya koyuyor) bir yanda nada , mısırlı hüsnü paşa , salime hanım , amira , arap nijat , hamra ve şerif...
diğer yanda naja , seminol reisi yaralı tilki , bataklık rüzgarı, nay , t.j. , rose ve ray....ve onlar farklı coğrafyalarda aynı kaderi paylaştılar...

köleliğin , savaşların , ırkçılığın ve göçlerin acısıyla savrularn insanların öfkeleri , isyanları , günahları , sırları , suçları ve tabii ki aşklarıyla yüzyüze geldiler....

1 Kasım 2011 Salı

Hatalar


Son zamanlarda ne kadar çok düşünür oldu geçmişi, yaptıklarını, kendisini.. Sanki bu dönem geçmişinde doğru gelen konular tarafında içinde, ruhunda, zihninde yargılanma sürecine girmişti. Düşünceler hiç bitmiyor zihnini kemiriyor ve geçmişe itiyordu, zihinde saklı olan, kaybetmek istediğimizi anılar yeniden su yüzeyine çıkmaya başlıyordu, meğer zamanında doğru yaptığını düşündüğü ama aslında en baştan yanlış yola saptığını çok geç anlamıştı. Gözler kapalı, zihin kapalı, duygular kapalı olarak ilerlemiş sonunda ne olacağını düşünmemiş ve buraya kadar gelmişti. Tam göğsünde bir boşluk sanki güneşin önünde dursa güneş ışınları o boşluktan diğer tarafa geçecek. Ne zor sınavlar atlatmıştı da kendi sınavından çakacaktı, hiç hazırlanmadığı yerlerden gelmiş ve delip geçmişti işte.. Şimdi asıl önemli olan ne yapması gerektiğiydi, işte o yüzden ya çok dikkatli davranıyordu işte o yüzden ya adım atmadan önce düşüncelere dalıyordu işte o yüzden ya güveni kaybolmuştu.. Zaman ilerliyordu hemde hızla, yetişmeye çalışırken kimi zaman geriye dönüyor, kimi zaman yanlış yola sapıyor ama kaybolmamaya çalışıyordu, bildiği yol geçmişiydi, hatalarıydı işte, şimdi o bildiği yoldan ters yöne sapmalı ve ilerlemeli yavaş ve emin adımlarla, kendine güvenerek, yaşadığı o hayatı kendi yaşadığı için belkide başka bir şansı olmadığıiçin belki biraz fedakarlık göstererek ilerlemeli hatalarından ders alarak belkide en baştan..