25 Aralık 2012 Salı

Ritm ve Boşluk


Dinlerken o ritmi sanki damarlarında hissediyorsun.. soğuk ve çığlıklarla dolu sanki.. bir hüzün var keman’da.. sanki sanki bir yere yetişmeye çalışıyor ama geç kalmış, tam vaktinde gidememiş onun hüznü.. hayal kırıklığı ve üzüntü bir arada, derin ve anlamlı.. Sanki boşlukları yarıp geçiyor ve zihinde yer alıyor.. hayatın ağırlığı parmaklardan o enstrümana akıyor ve havaya dağılıyor.. rahatlık, huzur ve ufak dilekler üçgeninde bir durum sanki.. ve ben tam ortasında bekliyorum, inanıyorum bir şeyler değişecek ve güzelleşecek yavaş ama derin bir şekilde..

18 Aralık 2012 Salı

Mabel




zamanımız kalmadı ada
tuna nehri sonsuza akarken
kumral zamanların sonu yaklaştı
ıssızlığına düşsem
yanıma alacağım hiç şey..
hissizliğine düşsem
ellerin uzak bana.
ada, güzel bir kadının güzel ismi
deniz dediğin senin için var
bu gökyüzü senin için
kumrallığın tutuyor güneşin yerini
gözlerin mavi
mavi tuna kumral ada

17 Aralık 2012 Pazartesi

Ruby



Bir hayal gücü ile başlayan bir hikayeden ufak bir alıntı..

—Beni gördüğünde aklından neler geçirdin?

-Gördüğüm en güzel kız olduğunu düşündüm.

—Beni tanımaya başladığında hayal kırıklığına uğradın mı?

-Nasıl böyle bir şey söylersin?

—Darmadağın haldeyim..

-Seni böyle seviyorum

—Seni ilk gördüğümde içimden şöyle geçirdim. Şu çocuğa bak sonsuzluk bitene kadar onunla olacağım..

-Ya benden bıkarsan?

—Bıkmam. Söz veriyorum..

16 Aralık 2012 Pazar

İpler


Karanlığa gülümsedi, artık yapacak başka hiç bir şeyi yoktu onu kucaklamaktan başka.. Yavaş yavaş yürümeye başladı, arkasından ipler sarkıyordu tüm vücuduna bağlanmış bir şekilde. Ne kadar çabalarsa çabalasın karanlıktan kaçamayacağının farkına varmıştı artık.. O rahatsız edici görüntüleri zihninde yaşıyordu artık kaçamıyordu kendi benliğinden kendi düşüncelerinden. Bir asit yağmuruna yakalanmış gibi üstündeki tüm beyazlıklar yavaş yavaş kararıyordu ve eritiyordu benliğini. Bir çığlıktı duymak istediği belkide bilmiyordu ama şu an tam herkes hayatını bir şekilde de olsa sürdürürken onun içindeki bombalar patlıyordu teker teker. Derinlere o kadar derinlere gömmüştü ki geçmişini Jules Verne'nin yarattığı kaptan Nemo bile o kadar derine inemezdi.. Kendi içindeki cehennemi yaşıyordu sanki, öyle alevler ve ateş değil, yalnızlık ve hiçliği yaşıyordu.. Arkasından sarkan her bir ip geçmişte kurduğu hayallere bağlıydı, her biri tek tek kopartılmış her biri ibret olsun diye sırtına kancalanmıştı ve bunun farkına çok geç vardı.. o kadar geç kalmıştı ki o ilerlediğini sandığında aslında başa geri döndüğünü ve bunca yaşanılmışlığın ona sadece bir yük olduğunu anlamıştı.. her bir kanca daha da ağırlaştırmış bedenini, her kancanın bağlı olduğu ip daha çok takılmaya başlamış ilerlediği yolda ve kimi zaman ilerlemesine engel olmuş ve şu an bunu yaşıyordu. Ağlara dolanmış ve kurtarılmayı bekleyen bir caretta caretta gibi bekliyordu derinlerde kendi içinde..

15 Aralık 2012 Cumartesi

Yaşıyorsun ya işte



Nefes aldığın kadar mı yaşarsın? 
Yoksa yaşadığın süre boyunca mı nefes alırsın? 
Ne önemi var ki.. Yaşıyorsun işte
Ha okyanusta
Ha gökyüzünde 
İkiside özgürlükler alemi, ikiside güzellikler alemi 
Hayallerin mi kayboydu? Bırak yeniden oluşmalarına izin ver..
Kalbin mi kırıldı? Bırak yeniden tamir olmasına izin ver.. 
Yaşıyorsun ya işte daha ne istiyorsun yaşıyorsun bu hayatı sonsuz güzellikleriyle birlikte
Yaşıyorsun ya işte gülümse bu yüzden.. 

12 Aralık 2012 Çarşamba

Rastlantı işte

Kimisi hayalini gerçekleştiriyordu, kimisi ise ufak bir dilek tutuyordu işte.. Birer umut silsilesi içerisindeydi herkes. Gerçek olamayacak olan hayalleri bugün'e bugünlere sığdırmaya çalışıyordu, sadece bir rastlantıydı oysaki günün tarihi ve önemi. Sonuçta hiçbirimiz neredeyse kimsenin dileği gerçek olmadı, olanlar ise ya şanslıydı ya da olması ihtimal hayallerin temelini zaten önceden beri kurmuşlardır. Benim için ne önemi vardı bugünün diye düşündüm, kulağımda güzel bir müzik ile yağmur altında yürüdüm.. Hayal kurmadım çünkü çok uzun zaman oldu hayallerden vazgeçeli. Ama içimdeki umut ateşini hiç söndürmedim ufak bir parça olsa bile tuttum onu belki bir gün gelirde yeniden tutuşur diye.. Sonra işte yine gece oldu, yine tütsüyü yaktım ve o hafif koku tüm odamı kapladı. Mum zaten hiç sönmemişti eridikçe yerini bir başkası aldı bir başkası oldurdu sanki bir gelenek gibi oldu eski günlerden kalma bir alışkanlık gibi.. Neyse lafı uzatmanın pek bir manası yok dilerim okuyanlar gülümsüyordur şu an her zamankinden fazla her zamankinden güzel..

11 Aralık 2012 Salı

Denge

Renkler aldatır insanı.. en salt gerçek, siyah ve beyazla çizilen o insan portresinin gözlerindeki ışıkta yer almaktadır. Kimi zaman dilekler tutarız ya sen siyah ol ben beyaz, çizelim gerçek hayatı bir kağıda aynı ying ve yang gibi dengeli ama birbiri olmadan yapamayan.. Ama işte planlar, düşünceler ve hayatın karşına çıkarttığı o garip sürprizler ve eksikler.. Zorluklar içinde geçen belirli dönemler ve kaybolan hayaller işte her zaman karşımıza çıkan.. Ama işte yinede yaşıyoruz denge içinde biraz eksik biraz fazla.. Karışık bir durum içerisinde koştuğumuz, düştüğümüz ve toparlandığımız anlar içinde hayata devam ediyoruz işte..

Ama hani bazı anlar gelir ya hiç beklemediğimiz bir anda mutlu olabiliyoruz eksikleriyle yanlışlarıyla. Kimi insanlar vardır bu durumlarda bize ilham kaynağı olur.. Gerçek mutluluğu aramak için, gerçek kimliğimizi bulmak için yol gösterirler.. Bunlardan biriside en azından benim için sanırım Christopher Mccandless (Alexander Supertramp) Hiçbirimiz onun kadar cesur olamadık ve hiç birimiz hayallerimiz uğruna her şeyi geride bırakıp sonsuz yolculuğumuza çıkamadık ama işte yinede birazda olsa kendi hayatımızı yaşadığımız için tatmin olduk ve mutlu olduğumuzu sandık kendi içimizde.. 

6 Aralık 2012 Perşembe

Signora Enrica





Bir zamanların İtalya'sı çok özel anlarından birisini yaşamaktaydı, bundan tam yarım asır önceydi, ah Enrica güzelliği tarifsiz, sesi kusursuz, sanki Yunan mitolojisinden çıkmış bir tanrıça gibiydi. Sokakta belirdiği zaman nefesler kesilirdi ve o yavaş yavaş yürümeye başlardı, kumral saçları rüzgarla dalgalanır ve o eşsiz kokusu tüm sokağa yayılırdı. Ah o gülümsemesi ise sanki birer inci tanesi pırıl pırıl bembeyaz pür bir güzellikti, işte o günlerdi her şeyin daha güzel olduğu, duyguların çok daha yoğun olduğu, her şeyin daha özel ve anlamlı olduğu bir zaman dilimi içindeydi. En ufak bir sözü bile içini titretmeye yetiyordu, her gün sabırsızlıkla bekler olmuştu insanlar en ufak süzülüşünü bile görebilmek için. Güzelliği artık dillere yayılmış ve hiçbir şey onun kadar güzel anılmaz olmuştu. Ama insanlar hain, insanlar zalim kandırdılar bu güzeli, oyuna getirdiler en masum anında. O güzel çiçeği birden bire soldurdular. En güzel hayaller bir bir yok olmuştu o güzel Enrica için kandırılmak, aldatılmak çok ağır gelmişti. Umut kalmamıştı gülmek için, birden sanki o capcanlı, rengarenk sokak solmuştu artık gri ve puslu bir hal almıştı. Bir daha geçmez olmuştu o sokaktan, bir daha güzel bir şey görüldüğünde onun ismi anılmaz olmuştu ama o bunların hiç birisin unutmamıştı. İçinde saklamıştı yıllar boyunca, herkesten gizli, herkesten uzakta, tek başına boynu bükük bir bahar çiçeği gibi kalakalmıştı. Yaprakları teker teker dökülmeye başlamıştı umutsuzluk ve karamsarlıkla birlikte gençken ne kadar güzeldi ama ne kadar aptaldı şimdi ise ne kadar zor geliyordu, en zoru da geçmişe baktığında yine kendisini görmesiydi, gençliğinin sönmesi, hayallerinin yok olması, kendinin kaybolmasıydı bu uzun ve zorlu süreç. Son demlerini yaşarken bu hayatın ufak bir iç geçirmişti. Her zaman yaptığı gibi usulca o en sevdiği şarabı almıştı, açtıktan sonra yavaşça koklamış içine çekmişti neredeyse kendisiyle yaşıt olan şarabın kokusunu, gençliğinin nefesini içine çeker gibi ve sonrasında aldı kadehini eline... İşte bende şimdi böyleyim kadehim yanımda gençliğimin en güzel anında düşünüyorum hatalarımı, geçmişimi, yanlışlarımı ve keşkelerimi. Daha yapılacak çok iş var, daha gezilecek çok şehir var, daha gülümsenecek çok konu var ama şu anda "Salute Signora Enrica" diyorum ve içiyorum şarabımdan yavaşça ve keyiflice..

Düşünüyorum bir yandan işte iki yüzüm var artık bu hayatta maskem ve kendi benliğim.. Yeni kalıplar yeni yaşamlarla birlikte ortaya çıkıyor kaçmıyorum hiç bir zaman ama gerçek benliğimi saklıyorum her zaman ve biliyorum her yeni küçük mucizemin biteceğini ama yinede gülümsüyorum çünkü ona hiç sahip de olmayabilirdim.. işte hayatın özeti de böyle sanırım.. Yeni insanlar, yeni oyunlar ve yepyeni hayatlar içerisinde yer alan duygular içinde sıkıntı, stres ve gereksiz üzüntüler. Çevreme baktığım zaman herkesin yüzünde bir hoşnutsuzluk, bir üzüntü havası hissediyorum çevremde.. Saçma umutlar uğruna yorulmuş belkide artık gülmekten vazgeçmiş, gülümsemeye korkar olmuş insanlar görüyorum gözlerde, ruhun en derin köşelerinde.. ( Eski bir yazımın, ufak değiştirilmiş hali,resimler Claudia Cardinale)                                        

5 Aralık 2012 Çarşamba

Umut gibi, yaşam gibi, hiçlik gibi



Hoş geldin kadınım benim hoş geldin yorulmuşsundur; nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını ne gül suyum ne gümüş leğenim var, susamışsındır; buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim acıkmışsındır; beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam memleket gibi yoksuldur odam. Hoş geldin kadınım benim hoş geldin ayağını bastın odama kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi güldün güller açıldı penceremin demirlerinde ağladın, avuçlarıma döküldü inciler gönlüm gibi zengin hürriyet gibi aydınlık oldu odam.

Ne güzel demiş Üstad Nazım.. 

Hiç birimiz onun kadar derin yaşayamayacak, onun kadar güzel anlatamayacak içindeki sevgiyi yaşadığı bu derin tutsaklığı...

Bizler ise sadece umacağız ve sadece hayallerini kurduğumuz kişileri başka bedenlere koymaya çalışıp sonunda ne kadar hata yaptığımızı anlayacağız.. 
Yaşadıklarımızın derinliği bir kaç ay sürecek, heyecanlar bitecek beklentiler azalacak ve bağlar birbir kopacak.. 
Sözler karanlıktaki bir mum gibi kalacak, bir süre yanacak ve bir süre aydınlatacak içini ama bitecek işte yavaş yavaş hiç beklemediğin bir anda. 


Sonra bakacaksın işte yeni serenadlar yapmışsın, yeni yazılar yazmışsın ama ve ama sadece kendin için, kendi yalnızlığını yazı sanatı ile bastırdığın için şu an yalnız olduğun için işte.. 

Ama hiç birisi ne Schubert'in serenadları kadar derin ne de Nazım'ın şiirleri kadar anlamlı olacak. Kaybolacak ve unutulacak bir zaman sonra seninle birlikte yalnızlığınla.. 

4 Aralık 2012 Salı

İçten içe adım adım


içindeki yanardağı harekete geçiriyor usulca
yavaş yavaş ayağa kalkıyorsun
pencereyi açıyorsn
serin bir kış rüzgarı seni karşılıyor
gecenin karanlığını sadece ay ve yıldızlar aydınlatıyor
ve hayallerde ki ışık süzmesi
sanki ruhun vücudundan adeta koparmışçasına
yükseliyor
yavaş yavaş
adım adım
yıldızlara
özgürlüğe
gülüyorsun
keyfin yerinde
mutlusun
ve uçuyorsun.
sonsuzluğa doğru
yepyeni umutlara doğru

30 Kasım 2012 Cuma

Saçma bir yazı içinde saçma yaşamlar

Zordu derin kahkahalar içinde onu dinlemek, onu görmek ve kalbine dokunmak. Aynı yolda ilerlerken bir yara bandı gibi değiştirilen kişilikler. Şuursuzca içip kendini kaybedenler. Hayatın tüm güzelliklerini yaşayıp yine mutlu olanlar. Ne çok insan var çevremizde, bizimle olup bizlerle eğlenen kimi zaman anlayan veya anladığını iddia eden, hiç terk etmeyeceğini söyleyen ama sözlerini unutup kaybolan. Derinlerde sevdiğimiz ve başkalarında aradığımız veya ruhlarını yer değiştirdiğimiz kişilerle aşk yaşadığımızı sandığımız ve bir anda bencilliğimize yenik düşüp yine kaybolduğumuz zamanların içerisindeyiz. Sahte gülümsemeler, yepyeni yaşam arayışları ve bir bir devrilen şişeler işte. Bir nevi herkesin hayat hikayesinden birer parçalar, kelime kelime harf harf birleşen aynı bir resmin renkleri gibi işte siyah ile beyaz gibi gerçek ve acı.. Bununla birlikte yaşanan değişimler, beklentiler ardından ise sadece kalan hüzün kümesi içinde yer alır işte benlik ve kayboluş. Bir yerler vardı işte kendimi yalnız hissetmediğim, kalbimde yer alan, evimdeymişçesine yaşadığım sıcak ve güzel bir yer. Tek tek, yavaş yavaş bir şeyler kurdum içimde kendim için, çevremdekiler için, onun için, yaşam için. Ama olmadı yine işte yine ben yalnız, karanlık ve bir mum ışığı etrafında. Yavaş yavaş eriyor, hani dünyanın en güzel filmi olsa bu tadı vermiyor ateşi izlemek ne kadar ufak olsa bile ne kadar güçlü olduğunu görmek.. Belkide işte ateş gibi olmalı, gerektiği zaman yakmalı, gerektiği zaman ışık saçmalı ve gerektiği zaman sönmeli. Hangisindeyim bilmiyorum ama şu an içimi ısıtan tek şey bu ateş aynı umutlar gibi işte...

17 Kasım 2012 Cumartesi

Yine mi bir haykırış?


Sınavlar, hayatlarımıza yön veren o hiç bir halta yaramayan üç'er saatlik sınavlar. Dil sınavı olsun, ales olsun hepsi birbirinden saçmalıklarla dolu. Birisinde yıllarca sayısal veya sözel mantık düşünmeye zorlamayan bir sistem içerisinde geçirdiğimiz yıllar sonra bunları önümüze sunmaları. Bir diğerinde ise; sadece tekniğe yönelik olan, kendi literatüründeki bilgileri sormayan, sorgulamayan ve hatta üstüne üstlük en ücra köşelerde hiç yer almayan kelimelerin karşımıza çıktığı saçma sapan bir dil sınavı.
Mezun olmuşsun, bölümünde belli bir derece yapmışsın pek çok kişinin önüne geçmişsin ama kimse elinde tutmadığından dolayı bir "dayın" olmadığından dolayı pek çok insan gibi sürünerek bir yerlere gelmeye çalışıyorsun. Bunların yanı sıra hayatında saçma sapan olaylar düşünceler ve haksızlıklarıda aşmaya çalışıyorsun. Herkese iyiyim diye haykırıyorsun ama en yakınındakiler bile içini göremiyor seni anlayamıyor.
Sonra diyorsun işte nerede benim içkim sigaram.. Saçmalıklarla dolu bir hayat içerisinde kimselerin kimseleri anlamadığı, birbirlerinden birer sülük gibi enerjilerini sömürdükleri garip bir dünya işte bu. Hatta eminim ki her şeyi yerli yerinde olan birisi (parası, evi, sağlığı,ailesi ve sevdikleri) bile bu durumdan şikayet edebiliyor tatminsizliği yaşıyor ve bunun suçunu başkalarında arıyor. Bu saçma yerden kaçmak için yol arıyor ama en fazla yapabildiği kendisini kandırmak işte. Zor, anlamsız ve gereksiz hayatlar içinde geçen bir ömür ile sonsuz düşünceler boşluğunda kayboluşun hikayesi bu, herkesin yaşadığı ve yaşamakta olduğu ve kimsenin kaçamayacağı bir son olan bir yol bu..

28 Ekim 2012 Pazar

Life is like a box of chocolate??




Döngü kırılmış ve her şey yoluna girmişti sanki. İş konusunda bir kaç seçeneği vardı; özel veya akademik olarak yoluna devam edecekti ama hangisi doğruydu hangisi olmalıydı zamanla ortaya çıkacaktı. Gerçi zamandan bol neyi vardı ki şu ömründe, geçmişteki geçen onca zaman ona bu yolu göstermişti ve uzun bir zaman sonra ilk defa kendini iyi hissediyordu. Yoğun ve güzel bir ay geçmişti doğrusu, bir yandan İstanbulda geçen güzel günler, bir yandan konferanslar, iş görüşmeleri, eş dost ziyaretleri ile keyfin dibine vurulmuş. hayatın tadına varılmış yeniden sanki yıllar önce yaşamış olduğu duygular gibi. Uzun bir zaman sonra ilk defa kışın gelişini seviyordu havanın erken kararmasını veya o soğuk ayaz gecelerinde içinin ısınmasını sıcak bir kahve ile veya özel kış içeceğiyle birlikte. Sonradan fark etti ki ne çok zaman olmuştu yazmayalı sanırım her şey yolundayken kelimeler, kafiyeler ondan uzaklaşmış ve mutluluğu ile yalnız bırakmıştı bir yandan güzel hissetmiş ama bir yandan yazmaya olan özlemi gelmiş aklına. Bir nevi harfler onun dostu olmuş o yokluk anlarında, bir bir gelmiş ve silmiş aklındaki o karanlık düşünceleri o küçük harfler. Düşünüldüğünde hangi birimizin yanında olmadı ki kelimeler, kimseye anlatamadığımız o karanlık düşünceleri veya kimsenin anlayamadığı iç duygularımızı dökmüşüz birer birer. Hayat işte böyle bir şeymiş, aynı birer kutu çikolata gibi içinden ne çıkacağını bilemediğimiz ancak kimi zaman tatlı olan kimi zaman ise acı olur. Ancak acı olsa bile bu bize tatlı olanlarını değerini arttırır. Uzun lafın kısası yeniden merhaba hayat..

24 Ağustos 2012 Cuma

Kapalı bir kutu..

Neredeyim ben? Ne yaptımda buradayım şimdi? Taş duvarlarla örtülü bir oda olduğunu hissediyorum, hiçbir yerden ışık girmiyor, kendi önümü bile göremiyorum, ne bir ses, ne bir dokunuş.. Düşünüyorum ne yaptım bundan önce? Hatırlayamıyorum sadece zifiri bir karanlık var, sanki daha önce hiç güneşi görmemiş gibiyim, peki ya yağmur tanelerini veya kar yağarken yürüdüğümde yüzüme vuran o güzel masum parçalar, neredeler? Kim aldı onları benden? Kayboldum sanırım, nerede olduğunu bile bilmediğim bu yerde kendimle tek başıma. Ama ama hatırlıyorum sanki parmaklıklar ardında olduğumu zaten hapis miydim yoksa? İnsanların yüzlerini hatırlıyorum yüzüme bakıp gülümsedikleri ama sonra yalnız bıraktıklarını ve zor olduğunu hatırlıyorum ama gerisi niye karanlık ve boş. Peki, ne zamandır buradayım, bu halde? Çıkmak istiyorum artık, bağırıyorum, çığlık atıyorum çıkarın beni diye, ama sesimi kimse niye duymuyor, hissediyorum bir yerde yatıyorum ama kıpırdayamıyorum bile, bazı sesler duyuyorum, ama çok uzaktan geliyor ağlama sesi mi o? Kim neden ağlıyor? Tek hatırladığım odamda tek başına oturduğum, kendimde olmadığım… Ama gerisi yok sadece bir ışık parlaması o kadar, yoksa yoksa kendimi mi vurdum, yapmış olamam gibi geliyor ama o zaman ölmüş olmam gerekmez mi? Off bu sorular başımı iyice ağrıtıyor, hiç birisinin cevabı yok sanki. Bundan öncesi yaşanmamış sanki. Peki ya ölmüşsem niye bedenimden ayrılmadım hala, yoksa bu bir lanet mi, bu et yığını içinde hapis mi kaldım? Neden yaptım ki bunu bir daha hissedemeyecek miyim bir bedenin sıcaklığını, bir daha hissedemeyecek miyim üşümeyi, ya hiç çıkamazsam bu bedenden. Kurtulmak için yapmıştım oysaki bunu ama daha büyük bir lanet içinde tıkıldım kaldım ve çıkamıyorum artık bu soğuk bedende çürümeyi bekleyeceğim bu morg ta gömülmeyi bekleyeceğim kimsenin çıkartamayacağı, iyileştiremeyeceği bu bedende hapis kaldım.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

bir son, bir başlangıç

Gecenin alacakaranlığında bir vakitti.. düşünceler, hayaller, umutlar ve kabuslar birbirini kovalıyordu sanki.. bir oda ve oda da tek başına oturan bir insan, geçmişini ve geleceğini düşünüyor, hatalarıyla tek tek yüzleşiyor.. hayatına girenleri düşünüyor, nasıl çıktıkları, çıkarken ruhunun bir kısmını, kalbinin bir kısmını ve benliğinin bir kısmını nasıl bir kör bıçakla kesermişçesine aldıklarını düşündü ve sonra başladı insanları izlemeye, yapılan hataları bir hiç uğruna kırılan kalpleri düşündü, sevdiği ama söyleyemediği insanlar geldi aklına sırf kaybetmemek uğruna sustuğu ve uzaktan izlediği..ama artık çok geçti bunlar için, ayağa kalktı ve ışıkları söndürdü etraf karardı düşünceleri gibi, sadece bir ışık hüzmesi görüldü ve bir el silah sesi yankılandı o boş odada.. yerde yatan bedeni titredi ve gevşedi ısısı yavaş yavaş soğumaya başladı.. duvara ise ardında kalan düşünceleri, hayalleri, umutları sıçradı bir daha çıkmamak üzere bir iz, bir leke olarak kalmak üzere..

21 Ağustos 2012 Salı

Çok iyi değil mi?

Çok iyi değil mi balkonda otururken bir yandan nargile içmek bir yandan açan çiçekleri izlemek o kokuyu hissetmek. Çok iyi değil mi içindeki denizi keşfetmek ve özgürlüğü tatmak, çok iyi değil mi gülümsemek ve umursamamak han gökyüzü gibi olmak kimi zaman bulutlu kimi zaman bulutların arasından çıkan güneş gibi olmak, hayat vermek ve yaşamak. Çok iyi değil mi deniz kenarında otururken biranı içmek, çok iyi değil mi derin bir nefes alıp gülümsemek, çok iyi değil mi artık kahkaha atarken arkadaşlarınla karnına ağrı girmesi, çok iyi değil mi saçma sapan espirilere içtenliklede olsa iğrenerekte olsa gülümsemek, çok iyi değil mi hayatı yaşamak, hayaller kurmak ve o hayalleri gerçekleştirmek, çok iyi değil mi birisini düşünürken gülümsemek, çok iyi değil mi hayatındaki insanları aramak ve seslerini duymak, çok iyi değil mi uçan bir kelebeğin omzuna konması, çok iyi değil mi çiçeğin üstünden duran o küçük arıyı izlemek, çok iyi değil mi yüzüne düşen yağmuru hissetmek ve o essiz kokuyu içine çekmek, çok iyi değil mi yolculuk etmek yeni bir başlangıca,çok iyi değil mi bambaşka bir şehirde yaşamak çok iyi işte yaşamak ve daha çok yaşayacağını bilmek.. Çok iyi deği mi kar’ın yağışını izlemek ve karda yürümek üşüdüğün halde ısınmak. Çok iyi değil mi yeni tanıştığın birisiyle sohbet etmek yeni şeyler öğrenme, çok iyi değil mi baharın gelmesi bir serçenin yanında durup sana bir umutla sana bakması, çok iyi değil mi yazın ilk denize atlamak o heyecanı yaşamak, çok iyi değil mi yeni oyunlar keşfetmek ve zevk almak, çok iyi değil mi bunca güzellik arasında bulunmak, çok iyi değil mi aradığını bulmak ve kendini bulmak, çok iyi değil mi bir ruhun olduğunu bilmek ve maskeleri atmak.. bilmiyorum ama bunları yazmak bile çok iyi hatta herşeyden iyi, çok iyi değil mi şanslı olduğunu düşünmek, çok iyi işte..

16 Ağustos 2012 Perşembe

Gölgeler savaşı

Birer gölgeydi bedenleri gizli ve saklı, sanki kendi silüetleri ardında yaşamaya çalışıyorlardı, ışıkları kaybolmuş renkleri solmuş, her biri kendi kalesinde yaşayan, başka kaleleri fethetmeye çalışan bireylerdi.. Adım adım yaklaştıkça ilk başta gölgeleri belirirdi duvarlara, bu yüzden belkide gölgeler şehriydi burası dev, uzun ve kapkara silüetler yansırdı hemen yanı başlarında, bir tehtit gibi uzak tutmaya çalışılan ve uğruna ne gölgeler kaybedilen bir savaş içersinde boğuşuyorlardı.. Bilmiyorlardı kimse başka birisinin kalesini ele geçirememiş, kimse bu savaşı kazanamamış, ancak hepsi teker teker denemiş yok olma pahasına vurmuş gölgelerini kalenin duvarlarına, karanlığa karışana kadar.. Bir gölge savunmuş, bir gölge saldırmış bir kısır döngü içerisinde eritmişler birbirlerini. Hiç birisinin cesareti yokmuş başka bir gölge ile bir olup savaşmaya, gölgeler acımasız, gölgeler zalim, gölgeler oyunbozan, kaybolan duygular ardında yaşam zormuş. Renkleri unutmuş, ışığı arayan gözlerle bir umut, bir güven duygusunu özler olmuşlar. Nasıl olmuştu bu aradan ne kadar zaman geçmişti? Bilinmezlik içerisindeydi, kimdi onları gölgeler altında yaşamaya zorlayan? Umutlarını, güvenlerini ellerinden alan bir bilinmez bir karanlıktı.. Herkes bir kahraman bekler olmuştu, ama kimse kahraman olmaya, farklı olmaya cesaret edemeyecek kadar karanlıktaydı. Hepsi gözlerini kapatmış, aslında yanyana geldiklerinde etraflarının ne kadar aydınlık olduğunu yakınlaştıkça gölgelerinin küçüldüğünü ve aslında birbirlerine yaklaştıkça çevrelerindeki ışığın ne kadar büyüyebileceğini ve aslında birbirlerinin ışığı olduğunun farkında değildi, tek yapmaları gereken gözlerini açıp birbirlerine yaklaşmaktı...

14 Ağustos 2012 Salı

Bir mum ve ufak bir ışık

Hoşgeldin karanlık dedi, gözleri kıpkırmızı olmuş, tüm oda duman altı olmuş oturuyordu bir mumun başında. Ateşe dokunuyor ama yakmıyordu hiç bir ateş içinin yandığı kadar yakmıyordu aslında. Bir sürü soru soruyordu aslında kendi kendine, cevaplarını bulamadığı, anlam katamadığı. Neden? Diyordu, nerede hata yapmıştı yine... Anlayamıyordu ne insanları ne de kendisini artık, yine karanlık gecelerde tek başına içtiği saçma şarabıyla tek başına oturuyordu bir mum başında. 
Mum sönmeye yakın bir mum daha yaktı, hatırlatıyordu içindeki ateşi aslında ve asla söndürmek istemiyordu. Ancak her gelen su döküyordu içindeki ateşe, hani tam diyordu işte kıvılcım, işte ateş, işte yeniden yeşeren umutlar ama ama yine kalıyordu karanlıkta bir mum başında. Baharda açan yalancı çiçeklere dönmüştü, etrafa yaymaya başlamıştı ki kokusunu yine dökmüştü tüm çiçeklerini. Belkide kaderiydi artık, inanamadığı, umutlarının yok olduğu kötü bir kader. 
Şarabı bitmek üzereydi ayağa kalktı, bir umut dolaba baktı belki son bir şişe daha çıkacaktı ancak şans bu ya o bile yoktu, odasına girerken gözleri aynaya takıldı. Başı dönüyordu, gözlerinin altı şişmiş, saçı başı birbirine karışmıştı ne zamandır bu haldeydi hatırlamıyordu bile. Parça parça hatıralar geldi aklına bu hale girmeden önceki anıları, rahattı sanki, keyfide yerindeydi en azından gülüyordu. Gülmek diye düşündü ne kadar olmuştu gülmeyeli, boğazında yumrusuyla dolaşalı çok uzun bir zaman olmuştu. Oturdu yine masasına söndürdü mum’u parmaklarıyla, ufak bir sızı ile karardı yine dünyası...

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Umuda Yolculuk


Gün ağarırken gözlerini kıstı ve içini ısıtan güzelliğe baktı gecenin soğuğu ve karanlığı daha yeni gitmişti. Attı sırtından kat kat bindirdiği battaniyelerini karanlıktan saklandığı ve soğuktan korunduğu.. Artık güneş doğuyordu hem dışında hem içinde. Kaybedecek hiç bir şeyi olmayan bir adamdı ve sadece kazanabileceği sonsuzluğu düşünüyordu. Ayağa kalktı balkonun kapısını araladı içi birden ürperdi, bir titreme geldi duraksadı bir an ama artık çok geçti durmak için sadece ilerlemesi gerekiyordu. Derin bir nefes aldı ve kendinden emin bir şekilde çıktı dışarı. Yaktı sigarasını yakar gibi kendi ciğerini, ağzına götürürken düşündü geçmişini ve üfledi dumanını bir küfür gibi, lanet etti kaybettiği yıllara taşıdığı acılara. Kaç ay geçmişti saklandığı odadan çıkalı saçları ve sakalı birbirine karışmış gözlerinin önüne düşmüş hayallerine bir perde çeker gibi. Saçlarını düzeltirken fark etti ellerindeki geçmişten kalma yara izlerini, herkes bir bir çizik atmıştı hatalarından dolayı hiç affetmeden, acımadan, umursamadan her ne kadar izler kaldıysa bile kendi elleriydi, kendi tecrübesiydi. Eğer tutacaksa bir dalı bataklıktan çıkarken, bu eller yardım edecekti ona.. Hayatı değişmişti aynı hayallerinin değiştiği gibi. Kurabilecek miydi yeni hayaller umuda dair? Yorgunluğuna ve umutsuzluğuna rağmen baktı dışarı sessizce, iki kuş gördü birbirine kur yapan bir ağacın dalında. Açan çiçeklerin kokusu geldi burnuna uzun zamandır hissetmediği duygular yeniden canlanmaya başladı. Uzun zaman sonra gülümsedi, oysa kahkahasını bile unutmuştu.. Ne kadar zaman geçmişti yara almadığı o bahardan? Hatırlayamadı bu bir işaretti belki de yeni bir baharın güzel olacağına dair. Bu sefer sigarasının dumanını üflerken gülümsedi ve hissetti içindeki ateşi yeniden en baştan..

12 Ağustos 2012 Pazar

Gerçeklerden Kaçış

Gerçeklerden saklanmak için yaratmamış mıydı hayal dünyasını, ancak bu yolla kaçabiliyordu işte saklanabiliyordu bir şekilde, zaten alkolde yardımcı oluyordu saklanmasına zamanla. Ama bu kadar zor olmamalıydı ya sonuçta hiç mi çabalamıyordu, hiç mi bir şeyler yapmaya çalışmıyordu. Çalışıyordu tabi ki ama ya yeteri kadar çabalamıyordu ya da başkaları tarafından yeterli görülmüyordu, zaten asıl sebepte bu değil miydi içine kapanmasının kimseyle konuşmamasının. İşte bu yüzden zaten yarattığı gölge oyununda oynuyordu, kendi karakterleriyle kendi gölgesiyle. Yoruluyor ama yinede sonuçta o da bir canlı ya ne kadar dayanabilirdi ki, hani hep düşünürdü enerjisinin bitmeyeceğini başkaları mutlu oldukça o da onlarla mutlu olacağını, bir şekilde bir çözüm bulurdu başkalarını sorunlarına ama ya kendi sorunları bir kimsede dönüp sormadı ne derdin var diye, teşekkür ettiler gittiler belki kaç defa hayat kurtardı ölümden döndürdü insanları sözleriyle kelimeleriyle ama onları çektikçe uçurum kenarından biraz biraz yaklaştı sanki ama atlamamaya kararlıydı gün doğuşunu ve gün batışını izlemeye başlamıştı zaten o uçurum kenarından o hayal dünyasından. İnsanlara aldırmadan, takmadan sonuçta böyle olması gerekiyordu ve oldu da. Keşke diyordu keşke bu kadar iyi niyetli olmasaydı ne yapsın ki kaderi böyle değer verdiği bir kimseye kıyamıyordu o yüzden zaten çizikler içindeydi ya ona birşey olmasın diye kendine atıyordu çizikleri. Ama kan damlaları yerdeki, duvardaki hatırlatıyordu ona hatalarını, yanlışlarını bir daha yapmaması gerekenleri aldırsa keşke aldırmıyordu işte içindeki o umut ışığını her gün bir mum yakarak etrafa yayıyordu belki bir gün diyordu bir gün o ışığı başka birisi getirecek ve unutturacak herşeyi, zaman gösterecek bunları tabi, zaman akıp geçerken birer birer götürüyordu ondan ruhunu, gençliğini parça parça keserek ve sanki işkence yaparmışçasına zorla götürüyordu.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Değer üzerine karalamaca..


Sonra derin düşüncelere daldım işte düşündüm tüm gece yıldızlar altında, ay karşısında.. Güneş'in gücünü düşündüm, aslında ne kadar fedakar olduğunu. Gündüzleri o kadar sıcak ve o kadar parlaktır ki, ne ona bakabilir ne de görmek istersiniz. Ancak akşam olduğunda boynunu büküp veda edercesine batarken belkide iyi geceler dilerken nasıl keyif alırsınız izlemekten. Hele sabah güneşini izlerken özlediğinizi fark edersiniz çünkü gecenin karanlığını aydınlatıp içinizi ısıtan ve güzelleştiren de odur. Belkide gündüzleri ona alışmamamız için bu kadar kendini parlatır bu kadar kendini saklar, çünkü gözümüzün önünde olan bir şeye ne kadar değer veriyoruz bir süre sonra unutuyoruz, önemini yok ediyoruz belki bu yüzden özletiyor kendini. Sabah ve akşam ise hasret gideriyor bizimle. Eğer kendini çok uzak tutarsa unuturuz eğer çok yakın olursa unuturuz, ne çabuk yok ediyoruz değerleri, ne çabuk yok ediyoruz heyecanları işte sorun ve sorgulamamız gereken durumda bu sanırım. Bir döngü gibi önce sevdirirken bir süre sonra üzmeye bir süre sonra yeniden sevmeye başlatıyor kendini. Ne sen vazgeçebiliyorsun ne o, her an karşında her an uzağında ama hiç çaba sarfetmeden kendince düşüncelerle kendi ışığıyla yaşayıp gidiyor işte.. 


31 Temmuz 2012 Salı

Bir boşluk içerisinde

Öyle anlar olur ki kendimizi bir an boşlukta hissederiz, oysa en büyük yanılgı budur işte. Aslında sürekli bir boşluk içerisindeyizdir ancak belli zamanlarda, kimi zaman hissederiz bu duyguyu, baktığımız zaman olup biten boşluğa düşmemiz değil, boşluktalığımızı duymamamızdır zaten duysakta duymasakta o duygu hep içimizde bir yerlerdedir. Sonra bir bakarız daha fazlasını yaşamak isteriz; duyguların, düşüncelerin, aşkların ve sevginin hatta elimizdekilerden daha fazlasını elde etmek için uğraşır ve çabalarız. Ancak bu yetmeme duygusu bizi daha fazla boşluğa sokar ve elimizdekini de yitirmemize neden olur.
Belkide kendimizi uygar olarak tarif ettiğimiz için rahatsız hissederiz kendimizi, çünkü bu düşünceyle birlikte sürekli huzur bulmaya çalışırız. Bir an o huzuru elde ettiğimiz zaman o noktadan uzaklaşır ve bir mazoşist edası ile hareket eder kendimizi huzursuzluğa acıya doğru çekeriz. Bu yüzdendir ki aslında hepimizde bir yorgunluk bir yalnızlık duygusu vardır, oradan oraya istediğimizi bulmak için gideriz ve en sonunda kendimizi kaybederiz işte. Aslında bu dönem insanlarının genel tutumu budur kanımca, çünkü baktığımız zaman hepimiz yoğun bir tüketim kültürü içerisinde yerimizi alıyoruz, elimize ne geçerse tadını çıkartamadan, değerini koruyamadan tüketip bitiriyoruz. Bir daha elimize geçse bile ne bir zevk duyuyoruz ne de bir tat.

27 Temmuz 2012 Cuma

Yine bir yolculuk vakti



Yol kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir.
Kendi yerini yerleşikte bulamayan kişi onu yolculukta arar.
Nasıl, bir yer, bir yolun başı ya da sonu; bir yol da,
bir yerden önceki ya da sonraki bir durumsa
kişinin durumu da, hep öyle ya da böyledir...

Yazıma Oruç Aruoba'nın mısralarıyla başlamak istedim, belki bende sıkıldığım için, uzun bir zaman sonra eve dönüp gerçekten uzun bir süre buralardan kaçamamaktan dolayı ben de sanırım yolu, yola çıkmayı özledim. Neyse ki bu özlemi yarın gidermeye başlayacağım, uzun bir yol güzergahı ile evimden önce Yalova'ya oradan ise Çınarcık diye güzel bir sahil kasabasına geçeceğim. Ne değişik bir yerdir Çınarcık, böyle 80 sonu İstanbul sosyetesinin uğrak yeri, gazinolarıyla, eğlence merkezleriyle yoğunluktan kaçmak isteyenler için birebir olan bir sahil kasabası işte. Gayet uzun bir zaman sonra yeniden gidiyorum oraya hatırlıyorum da geçmişte sıkılırdım o şehirden kimseyi tanımıyordum vs ama şimdi nedense oraya gitmek için bir istek var belkide orada yaşanılan güzel anıların çekiciliği bilmiyorum..

Sanırım bir kaç günlüğüne de olsa İstanbul'a kaçmam gerekiyor, boğaza karşı bir nargile, belki eski dostlarla yeniden buluşmak ve o eşsiz sohbetlerinden birer yudum almak için.. Güzel bir yolculuk olacak sanki en azından özgürlük budur belki de, sürekli bir yersizlik ve sürüp giden bir yol işte..

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Güzel Yaz, Güzel Tatil ve Garip Düşünceler

Böyle bu sıcaklarda eğer deniz kenarındaysanız ve buz gibi içeceğinizi yudumlarken bu grubu keşfettiyseniz her şey çok daha güzel ve keyifli olmaya başlamıştır tavsiye ederim, yapılacak pek bir şey yok ancak yeni kitaplar keşfetmek güzel özellikle "serenad" baya merak ettiğim bir kitaptı ki gerçekten de merak edeceğim kadar güzel ve keyifli bir kitap, böyle ufak ancak güzel keşiflerle işte daha güzel ve keyifli bir tatil geçirmek kadar hoş bir şey yok o yüzden sıkmayın canınızı sıcakmış, kimse yokmuş diye sıkılmaya gerek yok sadece yavaş yavaş bir şeyler bulun, kendinizi keşfedin ve hayatın tadını çıkartmaya bakın. Ancak tabi kitap bittikten sonraki boşluk duygusu da kötü ya niye bitirdim ki ben bunu diye üzülüyorsun kendi kendine bu yüzden yanınızda bir kaç okumak istediğiniz kitap bulunsun. Neyse garip bir yaz geçip gidiyor böyle bir yandan dünyayı gezen insanlar bir yanda evlenenler sonra durup kendime bakıyorum böyle tez'i düşünüyorum romanların arasında, acaba işim olacak mı diye sorguluyorum kendimi vs derken bir yazın daha bitmesini bekliyorum en azından şu haşlanma olayları biraz da olsun azalsın..

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Bir korkuluk gibi..

Acaba insan mutlu olmaya odaklanırsa mutlu olabilir mi? Ya da mutsuz olmaya odaklandığı için mi mutsuz olur? Sanırım insan kaybolduğu an mutsuz olmaya başlar, kendini kaybeder görüşü bozulur ve yalnızlık arttıkça korku ile birbirini besler en sonunda uzaklaşır mutlu olmaktan. Ne bir rüya gibi canlı ne de bir kabus gibi karanlıkta kalır, tam ortada debelenir durur. İşte bu durumdan kurtulmak için kabus olmaya karar verir, hayatında yapmayacağı şeyleri yapmaya başlar, sevdiklerini feda eder. İnsanlara güvenmek bu kadar zorken, aldatılmak ve kandırılmak bu kadar kolayken, maskeler ardında kendini kandırarak iyimser rolü yaparak yaşar, duygusuz bir biçimde ne bir sevgi ve aşk kırıntısı içinde ne de bir nefret ve hiddet duygusu içinde kalır. Sadece bomboş bir korkuluk gibi yaşar ve gider. Şaşırtıcı olaylara şahit olur korkulukta asılı kalırken, izler insanları, dinler onların saçmalıklarını. Daha bir gün önce seni seviyorum diyenlerin aradan bu kadar kısa bir zaman geçtikten sonra nefret çığlıklarını duyar. Saçma, komik ve anlamsız, insanlar bu kadar kolay harcamamalı bu duyguları yoksa yavaş yavaş korkuluğun yerini almaya başlarlar. Belkide korkuluk bir denge unsuru gibi olmalıdır, göstermelidir duyguların yoğun gücünü, hayatın bu kadar basit ve bu kadar kolay yozlaşmaması gerektiğini. Sorular ve cevaplar işte böyle sonsuz bir döngü içerisinde yer alıyor zihnimizde, bilemiyoruz kim neden yaşıyor, kim neden kandırıyor ama her zaman umut ediyoruz işte sevgiyi ve mutluluğu paylaşacak gerçek kişiyi bir korkuluk gibi..

28 Haziran 2012 Perşembe

şahrud ile seyduna



"iki ayrı baharın dalıydılar; biri ilk, diğeri sondu ve kan ter içinde bir yaz aralarında duruyordu. bahara yenildiler. şahrud taptazeydi. filizdi. yüreği güneşi içecek denli kar yangınıydı. her ucu ayrı bir yeşile sevdalı .. cemreler yaşamla arasında ana sütüydü. toprak var gücüyle ayakta tutuyor kendini ve doğurganlığını ona sunuyordu.

şahrud ise her dal yeşile bir tomurcukla karşılık veriyordu. içtiği her damla güneşle çiçekleri çıtlıyordu. sanırsın rengarenk gülümseyen yeryüzüydü... seyduna ölüme ölümüne yakındı. çınardı. şahrud'un giyindiğini soyunuyordu ve gelinsi dalları soyundukça çıplaklığından utanıyordu. solan yüreğiyle her seher güne biraz daha sarı duruyor ve biliyordu; ten soğuması çoğu kez elinde ak keteniyle vaktinden önce geliyordu. seyduna'yla şahrud'un tek ve bütün bağları ayrılıkları da olan mevsimin en uzak uçlarında tutunmalarıydı. mevsim haziran sonunda kendini yakınca koptular... 

artık birbirlerinin kışında bile yoktular..."

25 Haziran 2012 Pazartesi

Bazı zamanlar

Kimi anlar vardır beklersin, umut edersin, kendini kaybedersin bir amaç uğruna.. Güneş ve Ay'ın durmadan yer değiştirdiğini görürsün, sen ise hala aynı yerde bekliyor olursun. Gidemezsin bir yere. Bir ses, bir tebessüm mutlu olmana yetecektir oysaki öylesine beklersin yine, acaba dersin acaba yine mi bu yoldayım, yine mi yanlış yapıyorum yoksa diye, beklersin zamanın geçmesini kendini göstermesini. Gözlerinde boğulmak istersin işte kaybolmak ve özümsemek istersin bir yandan. Gücün var mı bunun için? Son bir umut çırpınabilir misin ki? Gidenler, gelenler, kaybolanlar, bekleyenler herkes, hepsi birer oyunun parçası işte kimisi delice, kimisi imkansız ve kimisi çok zor ama bir insanı gülümsetmek kadar güzel birşey var mı? veya bir insana bir tebessüm sağlamak demek o kişiyi kurtarmak demek belkide, belkide kendini kurtarmak demek bu sessiz ve sakin günlerde yeniden ayağa kalkmak gibi işte..

6 Haziran 2012 Çarşamba

Uzun bir süre sonra..

Uzun bir sürenin ardından yine kelimelerle dans etme vakti, biliyorum çok ihmal ettim belkide küstüler bu yüzden ama affetsinler ki bu güzel kelimeleri bir araya getiremedim ancak malum hepimizin başına bela olan kitap özetleri, makaleler, çevirilerle uğraşırken kendi kelimelerime vakit ayıramaz oldum.. Yine bir yazın başındayız işte geçen yazlardan farklı bu yaz, ne yapacağımı bilmiyorum, nereye gideceğimi bilmiyorum ve kafamda bir sürü soru işaretleri ile bekliyorum. Yaşıyorum, yaşayacak kadar yiyorum, yaşayacak kadar içiyorum, yaşayacak kadar gülüyorum ama nereye kadar?? Bir umut tanesi için bekliyorum belkide, yine hiç beklemediğim anda yaşadığım onca güzel anı gibi bir şey bekliyorum belkide, insanlar sıkıyor, insanlar yoruyor ve her biri ayrı bir parça istiyor ama ben kendime bile bu ara zor yeterken bırakın bir gülümseme vermeye zorlanırken, uzak duruyorum işte herkesten, şehirden, gökyüzünden, renklerden ve hayallerden. Yine bir döngüdeyim işte iyiden kötüye, zordan kolaya giden bir döngü ve bekliyorum yeniden başa gelmeyi sonuçta her son yeni bir başlangıç ise daha çok beklemem gerekmeyecektir bundan eminim. Neyse yine tiyatroya devam sanırım maskeler ardında kendimizle yaşamayı öğretti bu hayat bize o zaman bize sunulana en iyi şekilde sahte gülümsemelerle karşılık verme vakti belkide, az kaldı ve görüyorum biraz sahte hayatlardan sonra herşey gerçek ve herşey bir o kadar güzel olacak...

25 Nisan 2012 Çarşamba

Planet of Slums

Gecekondular arasında yaşanan kavgalar, kurulan hayaller, kaybedilen umutlar. Kırdan kente göç ederken bir umutla yola çıkmışlardı, yeni bir ev, yeni bir iş sahibi olmak için, yokluktan eksiden kurtulup, hayatlarına yaşadıkları yere artı değer kazandırmak için sırtlanmışlardı umutların yükünü omuzlarına. Bir yatak, bir kap bir çanak ile belki ceplerinde son paraları ile köylerindeki o kerpiç evin kapılarına kilit vurmuşlardı. Tüm zorluğa rağmen bir bölgedeki yoksulluğu ilk etapta nöbetleşe de olsa kendi üstlerine geçirmek için gidiyorlardı, yokluktan var olacak olan bir umuda doğru. Gittikleri yerde derme çatma tenekeden bir ev yapacaklardı belkide veya görünmez gecekonducular gibi en aciz bir şekilde bir gecekonduyu kiralayacaklardı. Belki Mumbaide belki Zimbabwede belkide Quibecte veya Kahirede ölüler şehrinde yaşam mücadelesi için bir inşaatta işçi olarak, Pekinde bir bisiklet şoförü olarak veya Mexico City'de bir çete elemanı olarak hayatını devam ettirecek. Belki ömrü kısa olacak ancak umutları ve hayallerini gerçekleştirmek için yaşayacaktı bir sürede olsa. Belkide devletten uzakta, pisliğin içinde yaşayacak. Bok içinde yaşayan şehirlerin, boktan kokuları içinde bir çok hastalığa karşı kayıplarıyla birlikte ilerlemeye çalışacak ve tüm dünya tarafından gizlenmeye çalışılacak. Zorla Çin olimpiyatlarında olduğu gibi Pekinden dışarı sürgün edilecek bir kayıp çöp mahallesi içinde yaşamaya zorlanacaktı. Ama hepsi bulunduğu durumunda kurtulmak için bir umuttu işte, yaşamın zorluğu ve pisliği içinde boğuşmak. Şu anda bizler sıcak evlerimizde sefa çekerken onlara bakıp düşünüyoruz belkide bu şartlar altında yaşanır mı diye? Ancak hiç düşünüyor muyuz acaba o kişilerin asıl göç ettikleri yerin ne durumda olduğunu veya ne zor şartlar altında savaşlardan, çetelerden kaçarak böyle gecekondulara yerleşmeye çalıştıklarından, İstanbul'un Sultanbeylisinden tut Ankara'nın Çinçin mahallesine kadar hep girilmez diye dediğimiz yerleri aslında büyük duvarlı sitelerle çevirdiğimizi ve kendimizi onlardan sterilize edercesine uzak tuttuğumuzu hiç empati kurmadığımızı ne zaman göreceğiz...

28 Mart 2012 Çarşamba

uçurmalık bir tat

Böyle tak kulaklığını dinle dışarıyı izlerken baharın ışığıyla birlikte yavaşça göğe doğru yüksel..

27 Şubat 2012 Pazartesi

Bir prens misali

Herkes prens olmuş bu diyarda, kendi çıkarları için her şeyi lehine çevirmeye başlamış, başkalarını kandırmış, başkalarını ezmiş daha üst basamaklara çıkmak için, yok etmiş ona karşı gelenleri. Duymamış görmemiş inanmamış söylenenlere dinlememiş fısıltılarını, aldırmamış arkasından neler konuşulduğunu. Sanki bir kara büyü gibi yayılmış etrafa yok etmiş ruhları, güzel duyguları ve devam etmiş adım adım ilerlemeye. Tahtından indirileceği korkusuyla en güvendiği insanları bile yok etmişti, yavaş yavaş etrafını bir lanet çevrelemeye başlamıştı artık, bunca zaman içinde katlettiği güzel ruhların kara sessizliği artık kulaklarını tırmalıyordu, en güzel tını bile bir ızdırap gibi zihnini parçalıyordu asla mutluluk onun yanında olmayacaktı ve etrafındaki çiçekler bile bir bir solacak, verimli arazileri çoraklaşacak herkes onu terk edecek yalnızlığın karanlığında kaybolmaya mahkum kalacaktı. ve en sonunda da inancı kaybolmuş ruhlar arasında yerini alacak ve orada diğer ruhlarla birlikte yavaş yavaş çıldıracaktı. Bunların hepsi bir hiç uğruna bir anlık zevk uğruna sevdiğini aldatma uğruna yaptığı bir hata yüzünden olacaktı...

15 Şubat 2012 Çarşamba

Bu Şarkıyı Dinliyorsan..

Ne güzel bir şarkı, ne güzel bir uyum içerisinde..


Bunun bir anlamı olsun
Anlarım ki şu an beni düşünüyorsun
Mesela çok özledin ama söyleyemiyorsun
Ya da benden bir mesaj bekliyorsun
Duyuyorum
Kalbimiz bir olmuş anlaşılan
Tam aklımdan geçerken şaşırdım anlaşılan
Söyledim durdum yorulmadan.. 

8 Şubat 2012 Çarşamba

Zamanın Ötesinde..

Zamanın derinliklerinde kaybolmuştu, uzun zamandır açmadığı kitapları masasının üzerinde tozlanmış okunmayı bekliyordu, sararmış sayfalar arasında bazı kelimelerin altı çizilmiş soluk bir kalemle, sanki önemli olan yerlerdi onun için çizdiği yerler belkide yapamadığı düşünceleri veya hayallerinin altını çiziyordu usulca zamanın ötesinde kendindeyken daha sayfalar sararmadan önce kitabın üstü toz tutmadan önce her şey daha renkliyken. Neydi başaramadıkları neydi vazgeçtikleri neydi kaçırdıkları üzerindeki baskı git gide artmıştı belki o yüzden kaçmıştı belki o yüzden bırakmıştı altını çizdiği hayalleri, o çok sevdiği kitaplarını yanından ayırmadığı manidar kalemini. Bu bir sondu belki de, bir daha o kalem kullanılmayacak, bir daha o kitapları defalarca okuyamayacaktı artık çok uzaklardaydı çok yaşlanmıştı çok yorulmuştu. Etrafında anılar etrafında hatıralar etrafında eski umut parçaları ile yürüyordu zaman tünelinde saçlarında aklar, kalbinde sızı ile yürüyordu sonsuz derinlikte düşünceler içinde. Diğer yanda ise bıraktığı kitap ve kalem onu bekliyordu boynu bükük bir şekilde son bir imza üstünde soluk ve kaybolan umutlarla.