24 Ağustos 2012 Cuma

Kapalı bir kutu..

Neredeyim ben? Ne yaptımda buradayım şimdi? Taş duvarlarla örtülü bir oda olduğunu hissediyorum, hiçbir yerden ışık girmiyor, kendi önümü bile göremiyorum, ne bir ses, ne bir dokunuş.. Düşünüyorum ne yaptım bundan önce? Hatırlayamıyorum sadece zifiri bir karanlık var, sanki daha önce hiç güneşi görmemiş gibiyim, peki ya yağmur tanelerini veya kar yağarken yürüdüğümde yüzüme vuran o güzel masum parçalar, neredeler? Kim aldı onları benden? Kayboldum sanırım, nerede olduğunu bile bilmediğim bu yerde kendimle tek başıma. Ama ama hatırlıyorum sanki parmaklıklar ardında olduğumu zaten hapis miydim yoksa? İnsanların yüzlerini hatırlıyorum yüzüme bakıp gülümsedikleri ama sonra yalnız bıraktıklarını ve zor olduğunu hatırlıyorum ama gerisi niye karanlık ve boş. Peki, ne zamandır buradayım, bu halde? Çıkmak istiyorum artık, bağırıyorum, çığlık atıyorum çıkarın beni diye, ama sesimi kimse niye duymuyor, hissediyorum bir yerde yatıyorum ama kıpırdayamıyorum bile, bazı sesler duyuyorum, ama çok uzaktan geliyor ağlama sesi mi o? Kim neden ağlıyor? Tek hatırladığım odamda tek başına oturduğum, kendimde olmadığım… Ama gerisi yok sadece bir ışık parlaması o kadar, yoksa yoksa kendimi mi vurdum, yapmış olamam gibi geliyor ama o zaman ölmüş olmam gerekmez mi? Off bu sorular başımı iyice ağrıtıyor, hiç birisinin cevabı yok sanki. Bundan öncesi yaşanmamış sanki. Peki ya ölmüşsem niye bedenimden ayrılmadım hala, yoksa bu bir lanet mi, bu et yığını içinde hapis mi kaldım? Neden yaptım ki bunu bir daha hissedemeyecek miyim bir bedenin sıcaklığını, bir daha hissedemeyecek miyim üşümeyi, ya hiç çıkamazsam bu bedenden. Kurtulmak için yapmıştım oysaki bunu ama daha büyük bir lanet içinde tıkıldım kaldım ve çıkamıyorum artık bu soğuk bedende çürümeyi bekleyeceğim bu morg ta gömülmeyi bekleyeceğim kimsenin çıkartamayacağı, iyileştiremeyeceği bu bedende hapis kaldım.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

bir son, bir başlangıç

Gecenin alacakaranlığında bir vakitti.. düşünceler, hayaller, umutlar ve kabuslar birbirini kovalıyordu sanki.. bir oda ve oda da tek başına oturan bir insan, geçmişini ve geleceğini düşünüyor, hatalarıyla tek tek yüzleşiyor.. hayatına girenleri düşünüyor, nasıl çıktıkları, çıkarken ruhunun bir kısmını, kalbinin bir kısmını ve benliğinin bir kısmını nasıl bir kör bıçakla kesermişçesine aldıklarını düşündü ve sonra başladı insanları izlemeye, yapılan hataları bir hiç uğruna kırılan kalpleri düşündü, sevdiği ama söyleyemediği insanlar geldi aklına sırf kaybetmemek uğruna sustuğu ve uzaktan izlediği..ama artık çok geçti bunlar için, ayağa kalktı ve ışıkları söndürdü etraf karardı düşünceleri gibi, sadece bir ışık hüzmesi görüldü ve bir el silah sesi yankılandı o boş odada.. yerde yatan bedeni titredi ve gevşedi ısısı yavaş yavaş soğumaya başladı.. duvara ise ardında kalan düşünceleri, hayalleri, umutları sıçradı bir daha çıkmamak üzere bir iz, bir leke olarak kalmak üzere..

21 Ağustos 2012 Salı

Çok iyi değil mi?

Çok iyi değil mi balkonda otururken bir yandan nargile içmek bir yandan açan çiçekleri izlemek o kokuyu hissetmek. Çok iyi değil mi içindeki denizi keşfetmek ve özgürlüğü tatmak, çok iyi değil mi gülümsemek ve umursamamak han gökyüzü gibi olmak kimi zaman bulutlu kimi zaman bulutların arasından çıkan güneş gibi olmak, hayat vermek ve yaşamak. Çok iyi değil mi deniz kenarında otururken biranı içmek, çok iyi değil mi derin bir nefes alıp gülümsemek, çok iyi değil mi artık kahkaha atarken arkadaşlarınla karnına ağrı girmesi, çok iyi değil mi saçma sapan espirilere içtenliklede olsa iğrenerekte olsa gülümsemek, çok iyi değil mi hayatı yaşamak, hayaller kurmak ve o hayalleri gerçekleştirmek, çok iyi değil mi birisini düşünürken gülümsemek, çok iyi değil mi hayatındaki insanları aramak ve seslerini duymak, çok iyi değil mi uçan bir kelebeğin omzuna konması, çok iyi değil mi çiçeğin üstünden duran o küçük arıyı izlemek, çok iyi değil mi yüzüne düşen yağmuru hissetmek ve o essiz kokuyu içine çekmek, çok iyi değil mi yolculuk etmek yeni bir başlangıca,çok iyi değil mi bambaşka bir şehirde yaşamak çok iyi işte yaşamak ve daha çok yaşayacağını bilmek.. Çok iyi deği mi kar’ın yağışını izlemek ve karda yürümek üşüdüğün halde ısınmak. Çok iyi değil mi yeni tanıştığın birisiyle sohbet etmek yeni şeyler öğrenme, çok iyi değil mi baharın gelmesi bir serçenin yanında durup sana bir umutla sana bakması, çok iyi değil mi yazın ilk denize atlamak o heyecanı yaşamak, çok iyi değil mi yeni oyunlar keşfetmek ve zevk almak, çok iyi değil mi bunca güzellik arasında bulunmak, çok iyi değil mi aradığını bulmak ve kendini bulmak, çok iyi değil mi bir ruhun olduğunu bilmek ve maskeleri atmak.. bilmiyorum ama bunları yazmak bile çok iyi hatta herşeyden iyi, çok iyi değil mi şanslı olduğunu düşünmek, çok iyi işte..

16 Ağustos 2012 Perşembe

Gölgeler savaşı

Birer gölgeydi bedenleri gizli ve saklı, sanki kendi silüetleri ardında yaşamaya çalışıyorlardı, ışıkları kaybolmuş renkleri solmuş, her biri kendi kalesinde yaşayan, başka kaleleri fethetmeye çalışan bireylerdi.. Adım adım yaklaştıkça ilk başta gölgeleri belirirdi duvarlara, bu yüzden belkide gölgeler şehriydi burası dev, uzun ve kapkara silüetler yansırdı hemen yanı başlarında, bir tehtit gibi uzak tutmaya çalışılan ve uğruna ne gölgeler kaybedilen bir savaş içersinde boğuşuyorlardı.. Bilmiyorlardı kimse başka birisinin kalesini ele geçirememiş, kimse bu savaşı kazanamamış, ancak hepsi teker teker denemiş yok olma pahasına vurmuş gölgelerini kalenin duvarlarına, karanlığa karışana kadar.. Bir gölge savunmuş, bir gölge saldırmış bir kısır döngü içerisinde eritmişler birbirlerini. Hiç birisinin cesareti yokmuş başka bir gölge ile bir olup savaşmaya, gölgeler acımasız, gölgeler zalim, gölgeler oyunbozan, kaybolan duygular ardında yaşam zormuş. Renkleri unutmuş, ışığı arayan gözlerle bir umut, bir güven duygusunu özler olmuşlar. Nasıl olmuştu bu aradan ne kadar zaman geçmişti? Bilinmezlik içerisindeydi, kimdi onları gölgeler altında yaşamaya zorlayan? Umutlarını, güvenlerini ellerinden alan bir bilinmez bir karanlıktı.. Herkes bir kahraman bekler olmuştu, ama kimse kahraman olmaya, farklı olmaya cesaret edemeyecek kadar karanlıktaydı. Hepsi gözlerini kapatmış, aslında yanyana geldiklerinde etraflarının ne kadar aydınlık olduğunu yakınlaştıkça gölgelerinin küçüldüğünü ve aslında birbirlerine yaklaştıkça çevrelerindeki ışığın ne kadar büyüyebileceğini ve aslında birbirlerinin ışığı olduğunun farkında değildi, tek yapmaları gereken gözlerini açıp birbirlerine yaklaşmaktı...

14 Ağustos 2012 Salı

Bir mum ve ufak bir ışık

Hoşgeldin karanlık dedi, gözleri kıpkırmızı olmuş, tüm oda duman altı olmuş oturuyordu bir mumun başında. Ateşe dokunuyor ama yakmıyordu hiç bir ateş içinin yandığı kadar yakmıyordu aslında. Bir sürü soru soruyordu aslında kendi kendine, cevaplarını bulamadığı, anlam katamadığı. Neden? Diyordu, nerede hata yapmıştı yine... Anlayamıyordu ne insanları ne de kendisini artık, yine karanlık gecelerde tek başına içtiği saçma şarabıyla tek başına oturuyordu bir mum başında. 
Mum sönmeye yakın bir mum daha yaktı, hatırlatıyordu içindeki ateşi aslında ve asla söndürmek istemiyordu. Ancak her gelen su döküyordu içindeki ateşe, hani tam diyordu işte kıvılcım, işte ateş, işte yeniden yeşeren umutlar ama ama yine kalıyordu karanlıkta bir mum başında. Baharda açan yalancı çiçeklere dönmüştü, etrafa yaymaya başlamıştı ki kokusunu yine dökmüştü tüm çiçeklerini. Belkide kaderiydi artık, inanamadığı, umutlarının yok olduğu kötü bir kader. 
Şarabı bitmek üzereydi ayağa kalktı, bir umut dolaba baktı belki son bir şişe daha çıkacaktı ancak şans bu ya o bile yoktu, odasına girerken gözleri aynaya takıldı. Başı dönüyordu, gözlerinin altı şişmiş, saçı başı birbirine karışmıştı ne zamandır bu haldeydi hatırlamıyordu bile. Parça parça hatıralar geldi aklına bu hale girmeden önceki anıları, rahattı sanki, keyfide yerindeydi en azından gülüyordu. Gülmek diye düşündü ne kadar olmuştu gülmeyeli, boğazında yumrusuyla dolaşalı çok uzun bir zaman olmuştu. Oturdu yine masasına söndürdü mum’u parmaklarıyla, ufak bir sızı ile karardı yine dünyası...

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Umuda Yolculuk


Gün ağarırken gözlerini kıstı ve içini ısıtan güzelliğe baktı gecenin soğuğu ve karanlığı daha yeni gitmişti. Attı sırtından kat kat bindirdiği battaniyelerini karanlıktan saklandığı ve soğuktan korunduğu.. Artık güneş doğuyordu hem dışında hem içinde. Kaybedecek hiç bir şeyi olmayan bir adamdı ve sadece kazanabileceği sonsuzluğu düşünüyordu. Ayağa kalktı balkonun kapısını araladı içi birden ürperdi, bir titreme geldi duraksadı bir an ama artık çok geçti durmak için sadece ilerlemesi gerekiyordu. Derin bir nefes aldı ve kendinden emin bir şekilde çıktı dışarı. Yaktı sigarasını yakar gibi kendi ciğerini, ağzına götürürken düşündü geçmişini ve üfledi dumanını bir küfür gibi, lanet etti kaybettiği yıllara taşıdığı acılara. Kaç ay geçmişti saklandığı odadan çıkalı saçları ve sakalı birbirine karışmış gözlerinin önüne düşmüş hayallerine bir perde çeker gibi. Saçlarını düzeltirken fark etti ellerindeki geçmişten kalma yara izlerini, herkes bir bir çizik atmıştı hatalarından dolayı hiç affetmeden, acımadan, umursamadan her ne kadar izler kaldıysa bile kendi elleriydi, kendi tecrübesiydi. Eğer tutacaksa bir dalı bataklıktan çıkarken, bu eller yardım edecekti ona.. Hayatı değişmişti aynı hayallerinin değiştiği gibi. Kurabilecek miydi yeni hayaller umuda dair? Yorgunluğuna ve umutsuzluğuna rağmen baktı dışarı sessizce, iki kuş gördü birbirine kur yapan bir ağacın dalında. Açan çiçeklerin kokusu geldi burnuna uzun zamandır hissetmediği duygular yeniden canlanmaya başladı. Uzun zaman sonra gülümsedi, oysa kahkahasını bile unutmuştu.. Ne kadar zaman geçmişti yara almadığı o bahardan? Hatırlayamadı bu bir işaretti belki de yeni bir baharın güzel olacağına dair. Bu sefer sigarasının dumanını üflerken gülümsedi ve hissetti içindeki ateşi yeniden en baştan..

12 Ağustos 2012 Pazar

Gerçeklerden Kaçış

Gerçeklerden saklanmak için yaratmamış mıydı hayal dünyasını, ancak bu yolla kaçabiliyordu işte saklanabiliyordu bir şekilde, zaten alkolde yardımcı oluyordu saklanmasına zamanla. Ama bu kadar zor olmamalıydı ya sonuçta hiç mi çabalamıyordu, hiç mi bir şeyler yapmaya çalışmıyordu. Çalışıyordu tabi ki ama ya yeteri kadar çabalamıyordu ya da başkaları tarafından yeterli görülmüyordu, zaten asıl sebepte bu değil miydi içine kapanmasının kimseyle konuşmamasının. İşte bu yüzden zaten yarattığı gölge oyununda oynuyordu, kendi karakterleriyle kendi gölgesiyle. Yoruluyor ama yinede sonuçta o da bir canlı ya ne kadar dayanabilirdi ki, hani hep düşünürdü enerjisinin bitmeyeceğini başkaları mutlu oldukça o da onlarla mutlu olacağını, bir şekilde bir çözüm bulurdu başkalarını sorunlarına ama ya kendi sorunları bir kimsede dönüp sormadı ne derdin var diye, teşekkür ettiler gittiler belki kaç defa hayat kurtardı ölümden döndürdü insanları sözleriyle kelimeleriyle ama onları çektikçe uçurum kenarından biraz biraz yaklaştı sanki ama atlamamaya kararlıydı gün doğuşunu ve gün batışını izlemeye başlamıştı zaten o uçurum kenarından o hayal dünyasından. İnsanlara aldırmadan, takmadan sonuçta böyle olması gerekiyordu ve oldu da. Keşke diyordu keşke bu kadar iyi niyetli olmasaydı ne yapsın ki kaderi böyle değer verdiği bir kimseye kıyamıyordu o yüzden zaten çizikler içindeydi ya ona birşey olmasın diye kendine atıyordu çizikleri. Ama kan damlaları yerdeki, duvardaki hatırlatıyordu ona hatalarını, yanlışlarını bir daha yapmaması gerekenleri aldırsa keşke aldırmıyordu işte içindeki o umut ışığını her gün bir mum yakarak etrafa yayıyordu belki bir gün diyordu bir gün o ışığı başka birisi getirecek ve unutturacak herşeyi, zaman gösterecek bunları tabi, zaman akıp geçerken birer birer götürüyordu ondan ruhunu, gençliğini parça parça keserek ve sanki işkence yaparmışçasına zorla götürüyordu.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Değer üzerine karalamaca..


Sonra derin düşüncelere daldım işte düşündüm tüm gece yıldızlar altında, ay karşısında.. Güneş'in gücünü düşündüm, aslında ne kadar fedakar olduğunu. Gündüzleri o kadar sıcak ve o kadar parlaktır ki, ne ona bakabilir ne de görmek istersiniz. Ancak akşam olduğunda boynunu büküp veda edercesine batarken belkide iyi geceler dilerken nasıl keyif alırsınız izlemekten. Hele sabah güneşini izlerken özlediğinizi fark edersiniz çünkü gecenin karanlığını aydınlatıp içinizi ısıtan ve güzelleştiren de odur. Belkide gündüzleri ona alışmamamız için bu kadar kendini parlatır bu kadar kendini saklar, çünkü gözümüzün önünde olan bir şeye ne kadar değer veriyoruz bir süre sonra unutuyoruz, önemini yok ediyoruz belki bu yüzden özletiyor kendini. Sabah ve akşam ise hasret gideriyor bizimle. Eğer kendini çok uzak tutarsa unuturuz eğer çok yakın olursa unuturuz, ne çabuk yok ediyoruz değerleri, ne çabuk yok ediyoruz heyecanları işte sorun ve sorgulamamız gereken durumda bu sanırım. Bir döngü gibi önce sevdirirken bir süre sonra üzmeye bir süre sonra yeniden sevmeye başlatıyor kendini. Ne sen vazgeçebiliyorsun ne o, her an karşında her an uzağında ama hiç çaba sarfetmeden kendince düşüncelerle kendi ışığıyla yaşayıp gidiyor işte..