26 Aralık 2011 Pazartesi

Yüzleşme

Böyle garip ve bir o kadar yoğun bir hafta sonuydu, bir çok kesimden insanı inceleme şansı buldum, geçmişten ve gelecekten.. Hata yapan insanlar gördüm, pişmanlıkları su yüzüne çıkmış insanlar, dilekleri olan insanlar, geçmişlerinden kurtulamayan ah almış insanlar.. Kimi olaylar vardır hiç affedilmeyen, gurur işte burada ortaya çıkar bir şeyleri değiştirmeye çalışırken onlar yön verir sana ve düşünceler çıkmaz asla zihninden. İnsanlar dertli, insanlar kaygılı, insanlar çabalıyor çünkü her zaman geçmişleri önlerine çıkıyor, bunu yapmasaydım, şu olmasaydı diye. Uzun zaman sonra İstanbul'daydım, uzun zaman sonra bu kadar güzel gözüktü gözüme o essiz şehir, boğaz olsun kaldığım semt olsun dolaştığım sokaklar olsun güzel geldi, sanki yenilenmişti sanki boğaz'ın rengi daha da güzelleşmişti, önceden kapkara görürdüm ama şimdi sanki güneşin doğuşundan önceki o hiç bir yerde görmediğim hayranlıkla izlediğim mavilikteydi ve bunu fark etmek ne güzeldi. Geçmişten insanlarla görüştüm işte hatalarıyla yüzleşmiş olanlarla, geleceğe dair umutları olanlarla. Ama peki ya ben neredeydim o durumda? ne yapmam gerekiyordu? Bu aralar hep bunları düşünüyorum; mutluluk, umutlar, üzüntüler ve hayaller işte. Ama yorulduğumun farkındayım bende bütün gün uyuyarak geçirdim zaten tek üzüntüm kar yağarken konyak bulamadık ya ona yanarım ama olsun güzeldi, yüzleşmem gereken geçmiş ile yüzleştim ve anladım ki kazançlı olan benim, hayatımı yaşayan benim, kaderimi çizen benim, gülümseyen benim ve ileriye doğru adım atan yine benim.. İstiklal, Ortaköy, Etiler, Balta limanı, Üsküdar ve Kadıköy ne anılar gizli ne güzellikler saklı bir daha ki sefere görüşmek üzere gerekirse ithal konyak bulup boğazı geçerken yudumlayacağım bir kış vakti..

19 Aralık 2011 Pazartesi

Zihnimiz ardındaki Dünya

Kışın başıydı soğuktu, içini sıkan bir pus vardı etrafında koştukça içinde kaybolduğu renklerin iyice grileştiği yarı is yarı sis arasında ıslak ve soğuk bir günde koşuyordu yavaşça kaçarcasına.Nereye koşuyoruz böyle diye korkarcasına gözünün ucuyla etrafına bakınıyordu. Hafif yağmur koştukça yüzüne çarpıyor ve gözyaşlarına karışıyordu. Tatlı ve acı bir olmuştu o an, sanki bir yandan umutları yeşertmeye çalışan bir yağmur tanesi ile diğer yanda içinde kaybolup giden umut parçalarını atmaya çalışan duygular bir olmuştu ve yavaş yavaş akıyordu birlikte koşup giderken ardında. Düşünceler zihnini zorlamaya başlamıştı, bunca sene sonra yine yalnız başınaydı neredeydi eski dostları eski çevresi. Ne yapmıştı ki böyle yalnız kalmıştı, umutsuzluk, karamsarlık iyice içine çökmüştü belki bu yüzden koşuyordu o sis perdesini aralamak için, belki bir umut bahar'a yetişmek için, içini yeniden rengarenk bir şekilde boyamak için umutsuzca son bir çaba ile koşuyordu. Sanki kulağında gidiyorum şarkısı yankılandı, işte gidiyorum bir şey demeden ve gidiyordu, ne kimsenin haberi vardı gittiğinden ne de kimse yokluğunu fark edecek kadar yakınındaydı. Bir anda duraksadı sanki sis yavaş yavaş yok olmaya başlamıştı, yağmur taneleri azalmış ve güzel bir gökkuşağı onu karşılıyordu, gülümser gibi oldu ama neresiydi burası çok tanıdık geliyordu, kenarda köşede eski anılar vardı, bundan yıllar önce yerleştirmiş olduğu güzel ve gizli anılar, yavaş yavaş hafızası canlanmaya başladı eskiden saklanmak için yarattığı dünyadaydı zihninin en derin köşesinde yine tek başına yine herkesten uzakta yine yalnız ve güvensiz..

6 Aralık 2011 Salı

Telefonda son görüşme..

Bir umut telefonuna sarıldı aramak istiyordu aklından geçenleri söylemek için, en azından içinde kalmasın diye son bir kerede olsa içindekileri dökmek için.. Çok tahammül göstermişti, çok yorulmuştu kendisinden vermişti artık ve yavaş yavaş tükeniyordu buna rağmen karşısındaki hiçbirşey yapmıyor ve hala üste çıkmaya kendisini haklı göstermeye çalışıyordu. O kadar emek meğer boşunaymış işte, onca ay onca yıl bir hiç uğruna yaşamış, hem lanet ediyordu hemde seviniyordu ama son kez aramak son kezde olsa tüm sinirini içinden atmak istiyordu. Yoksa bir zehir gibi bir hastalık gibi bedenini ele geçirmeye başlayacaktı içinde tuttukları. O kadar karanlıkmış ki aslında sakladıkları dipsiz bir kuyu gibi simsiyah ve karanlık. Ne zaman bir umut tohumu atmaya kalksa o dipsiz kuyuya en azından bir renk getirsin diye en azından bu sefer doğruyu söylemek için ancak her defasında o umut tohumu dipsiz kuyuda kayboluyordu ve kararıyordu içindeki zehir gibi. Şimdi en büyük sınavıydı işte nasıl söyleyecekti, nasıl başaracaktı kalbi güm güm atıyordu telefonu eline aldığında, yavaşça numarayı çeviriyor tam arayacakken bir kenara tekrar fırlatıyordu elinden telefonunu ya diyordu ya yine yumuşarsam, ya yine hata yaparsam diye,neredeydi işte o eski kendine güveni, o cesur herşeyi başarabilen insan. Bu kadar çok mu yorulmuştu bu kadar çok mu korkaktı işte bilmiyordu.. Ama yinede kararlıydı bu sefer silecek bu sefer yok sayacaktı geçmişi, tekrar aldı telefonu eline ve aradı sesi titredi ama söyledi içindeki karanlığı akıttı zehrini bir nefretle bir acımayla birlikte..

27 Kasım 2011 Pazar

The Fall


Alexandria: [crying as Roy finishes the story] Why are you making everyone die?
Roy Walker: Because... everything dies.. Everything is going to die, like us, like love and like our dreams.. Keşke keşke o küçük kızın dediği gibi bizde korkularımızdan o bir kaç kelimelik söz ile kurtulabilsek "googly googly googly begone" sihirli bir sözcük gibi işte ama hayat gerçek ve soğuk çoğu zaman aynı Blue Bandit'in dediği gibi "What a mystery this world, one day you love them and the next day you want to kill them a thousand times over". yaşarız bu duyguyu en çıkmaz sokaklarda, umutsuzluğa kapıldığında veya daha çok kandırıldığımızda.. Lafı daha fazla uzatmaya gerek yok aslında hepimiz kendi hikayemizi yazıyoruz bir nebzede olsa kendi hayatımızı yaşıyoruz işte ne gösterir bilmiyorum ama biraz değişiklik şart, az kaldı zaten önce bir ankara oradan istanbul yapmak lazım bu arada bu filmi de tekrardan izlemek şart oldu..

24 Kasım 2011 Perşembe

Geçmiş ile gelecek arasında..



Yine aynı sahne işte zaman geçiyor insanlar değişiyor, oturduğum yer değişiyor, içtiğim şarap değişiyor, yaktığım mum değişiyor ama yine düşüncelerimle başbaşa kalıyorum yine oyuna getiriliyorum, yine umutlarımı yakıyorum her yeni bir mum ile ne zaman bitse tükense mum bende bitiyorum bir yalan ışık altında oturuyorum.. Dışarısı soğuk insanlar gibi, dışarıda yalan var, dışarıda insanlar birbirini aldatıyor, kandırıyor, arkasından gülüyor ama olan hep sana oluyor işte. Buraya geldiğimde herşeyin daha farklı olacağını düşünüyordum, bir umuttu aslında bu ama boşa çıkan, ne iyiyim ne de kötüyüm işte sadece yaşıyorum, kahkaha atmayalı çok oldu, ağlamayalı çok oldu, kandırılmayalı çok oldu güzel günler işte geride kaldı, geçmişte yaptığımız hatalar yine gün yüzüne çıkmaya başladı, pişmanlıklar yeniden ortaya çıktı, keşkeler uyumadan önce zihnimize yerleşti. Özlüyorum kar altında yürümeyi, sokakta içmeyi, arkamda güvendiğim insanlarla yürümeyi ama şimdi neredeler işte yavaş yavaş birer anı olarak kalıyoruz, yavaş yavaş yok oluyoruz, yavaş yavaş soyutlanıyoruz işte..

18 Kasım 2011 Cuma

Bir Ankara Macerası.. Part 1


Beş senelik bir macera sonunda yine yol gözükmüştü maceranın başladığı noktaya, neler yaşamıştı bu süre zarfında, ne kadar büyümüştü, zaman ne çabuk geçmişti bir gün biteceğini biliyorduk ama bu kadar çabuk, bu kadar hızlı bitmemeliydi yaşanılanlar.. Oysa daha ilk yolculuğa çıkmadan önceki akşam yemeğini dün gibi hatırlıyordum, verilen son öğütler, içinde kalan biraz hüzün biraz heyecan biraz korku büyük bir bilinmezlik. Yollar gözümde büyüyordu, bu puslu ve kara şehrin beni yutacağını düşünüyordum belkide, ne yapacaktım? nerede kalacaktım? Nasıl geçecekti bunca sene? Öyle bir geçip gitti ki aldı ömrümden beş sene aldı götürdü ama yerini bir o kadar tecrübeyle, güzellikle ve kimi zaman ise sıkıntı ile doldurup geçti.
Yolculuğa başladığımda korku dolu gözlerle geriye bakmıştım, uzun sürecek olan bir yolculuk ve her bu yola çıkışında olduğu gibi burada şu anda oturduğum yerde mola vermişti otobüs, kışın geceleri soğuktan içimi titreten bu şehirler arası yol, yazın eve dönmenin verdiği güzel bir huzur olmuştu birden. Kaç kitap bitmişti yine bu yollarda, ne hayaller kurulmuştu bitmez bilmeyen gecelerde. Ama hiç bilmiyordum ki bu yollarda kaybolurken aslında zamanla kendimi bulacağını ve aslında bu yoldan geriye bir çok dost, bir çok tecrübe, bir çok kayıp ancak zaferle döneceğimi.
Eskiden sanki yollar daha uzun gibi gelirdi, sanki hiç bitmezdi. Yola çıkıldığında otobüste çekilmez bir ses duyulur, uyuduğunda rüyalarına giren ve yolculuk süresince hiç bitmeyen bir uğultu gibi kulağımızda yansıyan küfrederek, boynun tutularak uyumaya çalıştığımız, yanı başımızda tanımadığımız insanlar, yorgun gözlerle bir şeyler getirmeye çalışan muavinler ve bitmez bilmeyen bir yol işte. Kimi zaman kar altında kimi, zaman ise yağmur altında yıldızları izlemeye çalışırsın o ayaz gecelerde, kimi anlarda ise keyif verir şayet yanında bir dostun varsa, ısıtırsın içini sohbetiyle ve o molalarda içtiğin tadı bozuk çaylarla. Afyon’a geldiğimizde yolun az kaldığını bilirdik, uykusuzluk insanların gözlerinden okunurdu, kimi zaman ise uyumaktan yolun ne çabuk geçtiğini anlamazdık. Gecenin 3'ü veya 4'ünde bir sıcak çorbayı içmeyi hak edersin işte o kadar yoldan sonra, belkide güzel olan nadir anlardan birisi budur işte buz gibi havada yarı sersem bir şekilde o mola yerinde oturmak ve insanları izlemek çorbanı yudumlayarak. Sonra hiç kalkmak istemediğin bir anda anons duyulur 22.30 Ankara yolcuları lütfen yerlerinize otobüsünüz hareket edecektir yine hüzün kaplar yavaş yavaş geçersin yerine hem uykun vardır hemde yoktur işte o an zaman yavaşlar ve en sonunda durur.. Ankaraya ilk giriş bir başka hüzünlü hikayedir aslında, Polatlıdan sonra yolun hiç bitmemesini dilerdi, o boş ve kurak yol sanki ruhundan bir parça alıp götürerek devam ederdi, içini daha fazla boşluk duygusu doldurarak. Sonrasında ise şehirler arası terminal’e girdiği o an, belkide hayatında görmediği kadar çok insan bir şehirden bir şehre gidip geliyordu ve her biri zihninde yüreğinde bir umut götürüyordu, kimisininki bir kurtuluş, kimisininki bir hapis hikayesiydi ama hepside aynı yerde keşisiyordu.
Otobüsten inmek bir başka çileydi sanki düşünüyordu nereye gideceğini, yolunun nereye çıkacağını..

11 Kasım 2011 Cuma

Minta Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Bir Ölüm




Ne güzel kitapsın sen okuyup bitirmek istemediğim en derin, en güzel, en özgür hikayenin birleştiği bir kitap..

ege'nin muğla 'sı ile miami 'nin louderdale'i birbirine ne kadar benzer , birbirinden ne kadar farklıdır. belki de bunu en iyi bu iki kıyı
arasında gidip gelen caretta carettabilebilir.onun bu romandaki adı minta...
özgürlüğün simgesi olan minta.. o sessizce herşeyi gördü ve anlattı. yelkenlileri , buharlı gemileri , denizaltıları ,plastik torbaları ,sehirli atıkları ve elbette insanları...

'' minta'' , efendilerin ve kölelerin yüzyıllık tarihiyle , 20. yüzyılın hikayesiyle buluşturuyor bizi (ha bu kadar zaman diliminide 348 sayfaya koyuyor) bir yanda nada , mısırlı hüsnü paşa , salime hanım , amira , arap nijat , hamra ve şerif...
diğer yanda naja , seminol reisi yaralı tilki , bataklık rüzgarı, nay , t.j. , rose ve ray....ve onlar farklı coğrafyalarda aynı kaderi paylaştılar...

köleliğin , savaşların , ırkçılığın ve göçlerin acısıyla savrularn insanların öfkeleri , isyanları , günahları , sırları , suçları ve tabii ki aşklarıyla yüzyüze geldiler....

1 Kasım 2011 Salı

Hatalar


Son zamanlarda ne kadar çok düşünür oldu geçmişi, yaptıklarını, kendisini.. Sanki bu dönem geçmişinde doğru gelen konular tarafında içinde, ruhunda, zihninde yargılanma sürecine girmişti. Düşünceler hiç bitmiyor zihnini kemiriyor ve geçmişe itiyordu, zihinde saklı olan, kaybetmek istediğimizi anılar yeniden su yüzeyine çıkmaya başlıyordu, meğer zamanında doğru yaptığını düşündüğü ama aslında en baştan yanlış yola saptığını çok geç anlamıştı. Gözler kapalı, zihin kapalı, duygular kapalı olarak ilerlemiş sonunda ne olacağını düşünmemiş ve buraya kadar gelmişti. Tam göğsünde bir boşluk sanki güneşin önünde dursa güneş ışınları o boşluktan diğer tarafa geçecek. Ne zor sınavlar atlatmıştı da kendi sınavından çakacaktı, hiç hazırlanmadığı yerlerden gelmiş ve delip geçmişti işte.. Şimdi asıl önemli olan ne yapması gerektiğiydi, işte o yüzden ya çok dikkatli davranıyordu işte o yüzden ya adım atmadan önce düşüncelere dalıyordu işte o yüzden ya güveni kaybolmuştu.. Zaman ilerliyordu hemde hızla, yetişmeye çalışırken kimi zaman geriye dönüyor, kimi zaman yanlış yola sapıyor ama kaybolmamaya çalışıyordu, bildiği yol geçmişiydi, hatalarıydı işte, şimdi o bildiği yoldan ters yöne sapmalı ve ilerlemeli yavaş ve emin adımlarla, kendine güvenerek, yaşadığı o hayatı kendi yaşadığı için belkide başka bir şansı olmadığıiçin belki biraz fedakarlık göstererek ilerlemeli hatalarından ders alarak belkide en baştan..

24 Ekim 2011 Pazartesi

Kıpkırmızı tuğlalar arasında bir yaprak



Yeni bir yola sapmış ilerliyordu usulca, yürüdüğü binalar kırmızı tuğlalarla örülüydü sanki 60ları yaşıyordu, parmaklarının ucuyla dokunup ilerliyordu her temas bir anıydı aslında, her tuğla birer anıyı örtmek için oraya dizilmişti zihninin ustaları tarafından, kimi zaman ne kadarda kolay saklanabiliyordu bu anılardan. Düşünüyordu hiç birşey yokmuş gibi ilerlemek ne kadar kolaydı ama kimi zaman ise ne kadar zorluyordu kendisini, o anlar vardı içkisini yudumladığı, mum altında oturduğu ve hiç birşey yapmak istemediği işte o anları yaşıyordu bu sonbaharda. Mevsimler ne güzel anlatır ruhunu aslında, sonbaharla birlikte yaprakları sararmıştı ve birer birer dökülmüştü, her yaprağın üstünde farklı kelimeler vardı.. güven, sevgi, dürüstlük, masumiyet vs... birbir düşüyordu köklerinin üstüne bu yapraklar birbir söküyordu içindeki bu duyguları. Yoluna devam ederken bakıyordu işte tuğlalara kaç defa aldatılmış kaç defa kandırılmıştı? Üst üste koyduğu tuğlalar bir şehir gibiydi sanki bir Truva gibi ayakta kalmaya çalışıyor. Bu anılardan kaçıyordu, ancak kimi zaman geliyordu ki bir anı, bir zehirli ok gibi vuruyor bedenini ve tüm tuğlaları yavaş yavaş yıkıyordu zihninden işte o an tüm anılar açığa çıkıyor ve zihnini çalıyordu, bedenini kontrol ediyordu ve bir ip ile bağlıyordu hiç bir yere gitmemesi için, yüzleşmesi için. Ama yüzleşmek o kadar kolay mıydı işte? Bir işkence gibi birbir saplanıyordu anıları bedenine çırpındıkça daha derine giriyor daha çok acıtıyordu.. Sonbahar ah sonbahar çıplak bir ağaç gibi bıraktı onu bir kenarda üstünde ise sadece eskiden kalma bir iz, bir şeyler karalı duruyordu.. Yinede yürümeye devam ediyordu işte parça parça yaprak dökerek kan akıtarak gidiyordu işte yalnız başına karanlıktan kaçarcasına...

9 Ekim 2011 Pazar

İçindeki adam..




Yavaş yavaş ayağını sürüyerek yürüyordu, dizleri yırtılmış pantalonu ile üstü başı toz toprak içindeydi.. Bir an duraksadı etrafına bakındı yorgundu her halinden belliydi, ellerini hissetti bir sıcaklık vardı gözlerini kapattı ve yazı düşündü sahilde olduğunu ve elinde yuvarlak bir taş güneşten ısınmış avcunu yakan ama geçmişten bir anıydı o, artık geçmiş ile bugünü karıştırır olmuştu neredeydi ve nereye gidiyordu düşünmeye çalıştı biraz daha yürümeye devam etti ve bir bank gördü usulce oturdu ve elini yüzüne götürdü sıcaklık hala oradaydı anılar geliyordu gözünün önüne bir kız kahkaha atarak elinden tutup çekiyor, bir arkadaşı dostça elini sıkıyor, bir kediyi seviyor hepsi birer anıydı hepsi geçmişte kalmıştı, etrafın pusu tüm renkleri içine çekiyordu ve bekliyordu ressamının gelip yeniden elinde palet'iyle etrafı boyamasını renklendirmesini, siyah beyaz bir kara kalem çalışması gibiydi çiziklerle dolu düzeltilmeyi bekleyen kaç kayıp yıl yaşamıştı kaç yanlış duyguya kapılmıştı bir ağacın yaşını hesaplar gibi bulabiliyordu üstündeki çiziklerden son bir çizik daha atılmıştı birisi tarafından hiç beklemediği bir anda acıyla oturduğu yerde düşünürken tam ayağa kalkacakken birden gözleri karardı ve bir boşluk oluştu zihninde, kumral kız kalemi elinden bıraktı ve yarattığı esere bakıyordu bembeyaz bir kağıt üzerinde içindeki düşünen ezilmiş adamı çizmişti siyah ve beyaz...

17 Ağustos 2011 Çarşamba

tik tak













Sessizlik hiç bu kadar zor olmamıştı, uzun zaman sonra etrafı o kadar sessizleşti ki kol saatinin tik tak sesleri oda da yankılanmaya başladı, tik tak, tik tak, zaman geçiyordu ama başka ses duyamıyordu, unutulmuştu sanki.. herkesten sevdiklerinden, dostlarından, herşeyden.. Oysa öyle anları olmuştu ki saatinin sesini hiç duymadığı sadece kahkahaların olduğu anları ama şimdi sadece tik ve takları vardı.. karanlıkta bir ay altında ışık bulduğu bir oda da bekliyordu hayallerinin gerçekleşmesini zamanın geçmesini tik takların atmasını tek başına çığlık çığlığa.. rüzgar ağaçları sallıyordu hışırtılar ve uğultular duyuyordu bu sefer ve yinede bekliyordu yıldızlardan oluşan bir yolu bulmayı ve onların yanına gitmeyi..

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bizim büyük çaresizliğimiz



















kimim ben, böyle çöle bulanmış
alnımda güneşin tokadı
kimim ben?
önümde üç günlük yol...
ve başımın üzerinde yırtıcı kelimeler,
dönüp duruyor.

kimim ben?
sen adımı söylerken...
sesinden meyveler toplayan.
anlamın kızıllaşıp battığı ufka doğru içimde kargacık burgacık bir kervan
kimim ki ben, sana rüyalar taşıyan?

gökkubbe alçak,
hırka dar,
tecrübem eksik,
söyle,
kimim ben?

9 Ağustos 2011 Salı

Demedim mi?

Demedim mi?
Oraya gitme demedim mi sana,
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im?

Bir gün kızsan bana,
alsan başını,
yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?

Demedim mi şu görünene razı olma,
demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl,
onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?

Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,
senin duru denizin ben'im demedim mi?

Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,
senin kolun kanadın ben'im demedim mi?

Demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi soğuturlar seni.
Oysa senin ateşin ben'im,
sıcaklığın ben'im demedim mi?

Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni kaybedersin demedim mi?

Söyle, bunları sana hep demedim mi?
Mevlana Celaleddin Rumi

6 Ağustos 2011 Cumartesi

hey joe

Hey Joe
bedenlerimiz için, kokulu bahçe!
ütopyalarımız için, güneş ülkesi!
arkadaş evlerinde unutulmuş siddharta,
yarım ay birinci paketi,
kalın dumanını araladığımız ot
içimizde nepal, içimizde tibet
pencere camlarında arkadaş ıslıkları
bodrum’da zıpkın yemiş bir yazdan
çıplak yara göğsümüze dizilmiş deniz kabukları
içimizde bir türlü yatışmayan
yaralı hayvan
kendimizi dünyaya çarpa çarpa kırmaya çalıştığımız kabuk
neye küsmüşsek küsmüşüz bir kere, içimizde küs çizgisi
denize benzeyen ya da denizsizliğe
el ele tutuştuğumuzda, bir yazgı gibi avucumuzun içinde
canımdaki ateş olmasa bunca yıl sonra söylemezdim şiirini joe,…..
Bazen sarhoşken kalabalığın içinde yüksek sesle söylüyorum adını
ya da birinin kollarındayken, bazen pencereyi açıp sokaktan geçiyormuşsun gibi ardından sesleniyorum.
Hep başkaları bakıyor yukarıya. Ben gülümseyerek, gitti, diyorum, yakalayamadım gitti.
Sahi gittin mi joe? Yoksa hiç mi olmadın?

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Bir kaç hafta..

Yeni yerler bulmak yeni sahil kasabaları keşfetmek gibiydi bu bir kaç hafta, en güzel yeşilde ve en güzel mavide kendini bulmak gibiydi bu bir kaç hafta, hiç bitmeyecek olan güzelliklerin başlangıcıydı bu bir kaç hafta, gülümsemek ve özlem duymaktı bu bir kaç hafta..

Deniz kenarı..

İçiyorum keyiflice bir yanda deniz bir yanda yıldız, püfür püfür esen bir yaz rüzgarı içimi titretirken dalıyorum anılara hayallere, kaldırıyorum şarabımı havaya birazını denize birazını içime döküyorum ki gücenmesin kıskanmasın bu güzel deniz bu huzur kaynağı, dalgalarıyla karşılık veriyor sanki seviniyor bir anda sarılmak istiyor şaraba o da biliyor sonuçta huzur bu keyif bu ve paylaştıkça daha güzel olur hem anlam kadar her o an'a tüm güzelliğe, ahh tabi unutmadan bir de müziğimiz olmadan olmaz ruhumuzuda beslemek gerekiyor tabi ki bir nevi terapi diyebiliriz belkide bir ömrün yorgunluğunu üzerimizden atmak gibi veya bavulları denizin dibine yollamak işte.. Aslında baktığın zaman hayat burada renk alır mavi ve yeşil işler ruhuna aynı bir ebru yapar gibi yazarsın renklerinle doldurursun huzurla neşeyle içini ve tabi en güzel anlarda gün doğumu ve gün batımıdır sanki deniz uyanır gün doğumuyla birlikte, çarşaf gibidir dibi gözükür o kadar güzel o kadar huzurlu ve gün batımı renklerin karışımı kırmızının tonları ve ay'ın çıkışı güzel ya değişilmeyecek güzellikler, gerçek güzellikler..

20 Nisan 2011 Çarşamba

Her ne olursa olsun















Her ne olursa olsun diye düşündü önünde iki seçenek vardı; aşkı yaşamak veya aşkı yazmak. Bu ikilemi bir kaç defa yaşamıştı zaten ama her seçeneğinde nedense kayıpları oynamıştı. Sanki bir tiyatro oyuncusunun repliğini unutması gibi, farkındaydı birşeyleri değiştirmek için daha fazla çabalaması gerektiğini ama nereye kadar. Bindikçe biniyordu yük sırtına ve git gide eziliyordu o yük’ün altında, unutmaya çalışıyordu geçmişini ancak kolay mıydı anılardan kaçmak, gizlenmek. Oysa küçükken ne kolaydı saklambaç oynamak oysa şimdi düşüncelerinden bile saklanamıyordu. Ansızın birilerinin hayatına giriyordu sonra hiç beklemediği anda seviyordu bağlanıyordu ve kıskanıyordu ister istemez ama elinde değildi ki belkide tüm iyiliklerin yanında olan bir kötü huydu bu ve kontrol etmeye çalıştıkça daha çok batıyordu. Boşvermeye çalışıyordu bir yandan da yapacağı o kadar işin ardında birde yükünü taşımaya çalışıyordu oysa onun istediği sadece onu anlamaları ve güvenmeleriydi. Ama insanlar bencil, insanlar düşüncesiz kendi dertlerini birisinin üstüne atıp hiç düşünmeden çekip gidebiliyorlardı işte olanda işte ona oluyordu.
Yine böyle puslu bir günde uyanmıştı, bahar gelmesine rağmen hava buz gibiydi içine işliyordu sanki nefes aldıkça titretiyordu tüm bedenini. Dışarıya baktı yağmur bulutları toplanmıştı birden hüzün doldu içi çünkü daha yeni tomurcuk açan çiçekler döküleceklerdi . Düşündü belkide kendiside o çiçeklerden birisiydi bir yalandı aslında yalan’ı yaşamak isteyen, bir sıcaklık gördü diye tüm güzelliğini ortaya seren bir yalandı aslında. Oysa meyve vermeyi isterdi en azından kaybolurken bile bir kişi mutlu olacaktı onunla, o bir kaç saniyenin tadını çıkartacaktı ancak şimdi sadece bir görüntü olacak kalacak akıllarda ve yok olacak yine yerine başkaları geçerek

3 Mart 2011 Perşembe

Belki bir gün

















Giderken buralardan gözüm kapalı yağmur taneleri düşüyordu bir bir etrafıma.. sanki ağlıyordu gökyüzü yok oluşuma buralardan kaybolmama, oysaki geldiğim gün nasılda güneş vardı. Bir bahar edasıyla çiçekler tüm güzelliklerini ortaya dökmüş, kokularını etraflarına yaymışlardı.. Ancak şimdi bir kış gibi karanlık ve puslu, kupkuru ve çamurlu aynen şu an olduğu gibi yağmurlu.. Yürüyorum, aldırmıyorum yağmur tanelerinin yüzüme vurduğu damlaları veya çamur'a batarak yürümeme, sadece yürüyorum amaçsız ve buralardan uzaklara. Gök yarılıyor sanki, şimşekler etrafı aydınlatırken oluşan iz aynı fotoğraf flaşlarının gözünü aldığı gibi alıyor ve anıları canlandırıyor birer saniyeliğine bir şimşek zamanı kadar.. Bir kahkaha atasım geliyor ancak gözyaşlarım yağmur'a karışıp yere düşüyor belki diyorum belki bir umut bu yaşlarla birlikte bir tohumdan bir çiçek çıkacak ve başka birisini kokusuyla, rengiyle mest edecek belki bir gün o çiçek ben olacağım ama şimdi gidiyorum uzaklara yepyeni bir bahar'a, güneşin doğuşuna..

14 Ocak 2011 Cuma

Genç mi? Yaşlı mı?


















Yaşı otuzu geçmiş saçlarına tek tük ak düşmüş gençliğinde gezmediği yer kalmamış birisiydi, şanslıydı hep en güzel fırsatlar onun önüne çıkar, en güzel şekilde değerlendirir hayatına anlam katardı. Dostları vardı, sevdiği insanlar vardı. Kariyerinde ise bir şekilde de olsa başarılı olmuştu, rahattı, kendine güveni tamdı. Yaşadıkları geçmişinden gelenler zordu ama yinede başarıyordu ayakta kalmayı, takmıyordu belki de umursamıyordu artık başka hiç kimseyi. Dıştan çok güçlü ve yenilmez bir adam olarak gözüküyordu. Ama acaba içi böyle miydi? Elbette ki hatalar yapmıştı ve o hataların bedelini ağır ödemişti, belki de hani onu bu kadar rahat yapan, adam yapan o hatalar olmuştu. Kaybettiği düşündüğü şeyler aslında bir hiçti, oysaki o yaşamayı öğrenmişti insanları daha dikkatli dinleyerek, kendinden ödün vermeyerek onları tanımaya çalışmıştı. Sevmişti, açılamadığı aşkları olmuştu hep içinde bir ukte olarak kalan ve pişmanlığını yaşadığı kişiler. Hep düşünürdü, acaba derdi o hataları yapmasaydı hayatı nasıl olurdu. Kafasını salladı ve düşünmekten vazgeçti artık çok geçti, onlar sadece kalbinin en gizli yerinde bir hazine sandığında saklı duracak belki en güzel belki en pişman anıları olarak kalacaktı. Hala karşılaştığında yüreğini hoplatacak ama geçmişte güçlü olamadığı için gülümseyerek baktığı yüzler olacaktı. İçecekti durmadan, silmeye çalışacaktı ve sil baştan yaşamayı isteyecekti. Belki bu sefer, bu sefer hata yapmayacaktı ve avucunun içinde duran o güzelliği tutacak, bir bahçıvanın bahçesini koruduğu gibi koruyacak, değer verecek ve daha çok sevecekti. Tamam, belki bu kadar gezmeyecek, bu kadar tecrübe kazanamayacaktı ancak pişmanlıklar yaşamadan mutlu bir hayatı olacaktı, belki de onunla gezecekti tüm istediği yerleri. Kahkaha attığında tebessümle karşılayacak bir yüz olacaktı veya ağladığında omzuna sarılabileceği bir omuz. Ancak artık çok geçti bunlar için, yıllar yılları kovalamış ve yorulmuştu… Geçmişe dönüp baktığında sadece onu görüyordu ve bir ah geçirip şarabından bir yudum alıyordu. Şömine başında kitabını okuduğunda tüm betimlemeler onu anlatıyordu ama şöminenin sıcağı değil, kendi içi yakıyordu ısıtıyordu evi artık… Harekete geçmek için çok geçti, o yüzden her zaman yaptığı gibi derin bir nefes alıp Dünya haritasından ve bir yer seçti. Bambaşka bir ülkeye yelken açtı bir umut için, içinde o sönmeyen ateş için…

cesurdu..

uyumaya başlarken tüm vucudunun ağrıdığını hissetti, tüm gün çalışmıştı bir kaç kuruş için, evin ihtiyacı eksik kalmasın diye. Bir rüya gördü, okyanusun dibindan tek tek taşları çıkartıp duvar örüyordu, sabah uyandığında hayırdır dedi ve işine gitti. Her an ve her saniye bu rüyayı düşündü, hayatında denize bile girmekten korkmuş oysa rüyasında daha da korkutucu olan okyanusa girip çıkıyordu. Bu bir haber miydi onca zorluğa rağmen daha zor bir dönemden geçeceğine dair? Ne iş olsa yapmaya hazırdı zaten kimi zaman inşaatlarda kum taşır, tuğla dizer kimi zaman aç kalır sıkardı kemerinin tokasını. Ancak bu zaman işe en çok ihtiyacı olduğu anda bu rüya? Acaba işinden mi olacaktı bu onun için bir yıkımdan farksız olurdu. Elini yüzüne götürdü sakallarını kaşıdı ve tekrardan hayır olsun dedi ve işine devam etmeye başladı. Yine bir gün inşaatın 8. katında tuğla diziyordu ta ki öksürürken tökezleyip düşene kadar. Hiç kimse arkasından yas tutmayacaktı ama adı Osmandı, daha hayatının ortasında ekmeğini okyanusun dibinden çıkartacak kadar cesurdu..